Kitap Dolusu Rafların Yerini Cep Büyüklüğündeki Kindle’lar mı Alıyor ?

Özellikle Kindle fire ile e book reader piyasasına yeniden gündeme getirmeyi başaran Amazan e-kitap piyasasında öncü bir şirket.2007 yılında sadece amerikada satışını yaptığı ilk kindle özellikleriyle 21.yy teknolojisine ayak uyduramayacak özellik ve fiyatta olsa da yeni bir pazarın habercisiydi.

2 yıl sonrasında Kindle 2 denilen birincisine kıyasla çok daha iyi özelliklerde 2. nesil kindle piyasaya sürdü.
Ayrıca bu sefer sadece amerikada değil dünyanın biçok ülkesinde satış yapmıştı.Daha sonra Wi-Fi ve 3G özelliklerini de ekleyerek fiyatta da ciddi bir düşüş yaparak 3.nesil kindleları piyasaya sürdü.Ancak tam olarak taşları yerine koyan 4.Nesil Kindlelar olmuştu.E-Ink ile daha küçük ve ince boyutlarda olan Kindle 4 ailesi klavye yerine artık dokunmatik ekrana geçmişti.6-inch büyüklüğünde olan cihazın sonraki urunlerinde Wi-Fi ilaveten 3G teknolojisiyle beraber kullanılabiliyordu.Üstelik fiyatlarda önceki nesillere göre çok daha uygundu.Amazonunda kitap fiyatlarını normal kitaplardan daha uygun olarak satması da kindle popularitesini daha da arttırdı.Kindle fire dan önceki son dönemeç ise kindle paperwhite serisi oldu.Geçenlerde Serdar Kuzuluoğlu abimizin de aldığını gördüğüm nesil yüksek çözünürlüğü ve batarya ömrüyle de beğeni toplamıştı.
    Ve şu an popüler olan Kindle Fire serisi.Bu seriyle renkli dokunmatik android tabanlı bir tablete geçilmiş oldu.6.000 e kadar kitabı barındırabilen 7 inç büyüklüğündeki bu küçük tablet 8 GB lık bir hafızaya sahipti.
Son olarakta yaklaşık bi ay önce 6 Eylül de Kindle Fire HD tanıtıldı ve Amerika’da satışa sunuldu.Önümüzdeki haftalarda da Avrupa’nın bir kaç ülkesinde satışa sunulması bekleniyor.
Sonuç olarak Kindle piyasası kitapta kağıt olayını bitirir mi bilinmez ama şu haliyle bile ciddi bir rakip olduğunu kanıtlamış durumda.Faydalı olacağını düşündüğüm iki linki de paylaşmak istiyorum.
Her nasıl olursa olsun okumak güzeldir haci 🙂 (Yazı ne de ciddi yazılmıştı oysa ki ! )

http://www.amazon.com/Kindle-Family/lm/RU8YRIPOV7JBU
http://mserdark.com/donanim/e-kitap-okuyuculara-giris-ve-tercih-rehberi

Fotoğraf makinesi Alırken nelere dikkat ettim !

Fotoğraf makinesi piyasası her ne kadar iki büyük markanın liderliğinde olsa da bu alanda bir çok marka ve bu markaların da kendi içlerinde bir çok model bulundurması seçim yaparken işleri zorlaştırıyor.Çünkü bir markanın bir modelinin zoomunun hoşunuza giderken başka bir modelin sensörleri hoşunuza gidebiliyor.Bu yüzden seçim yaparken isteklerimizi optimum seviyede karşılayan bir makineyi seçmemiz bazen uzun bi araştırma gerektiriyor.

Öncelikle seçim yaparken neden bir kameraya ihtiyaç duyulduğu ve bu ihtiyaçlara cevap verebilecek kameranın hangi özelliklere sahip olması konusunda karar verilmelidir.Bu özellikleri belirlerken yanlış bilinen bir konu megapixelinin en önemli özellik olduğu.Halbu ki yüksek kalitede çekim yapan 6 megapixellik bir makine düşük kalitede çekim yapan bir 10 megapixellik kameradan daha iyidir.Ayrıca seçeceğiniz kameranın kompakt mı dslr mi olacağı da önemli.Profesyonel fotoğrafçılık yapmak isteyenler için dslr kameralar kaçınılmazken daha çok manzara,anı gibi profesyonellik gerektirmeyecek çekimler için kompakt kameralar tercih edilebilir. Dslr bir makine tercih edilirken megapixelden daha önemli olan makinenin sensörü ve lens duyarlılığıdır.Çoğunlukla pek bilinmedik makinelerin tercih ettiği sensörler cmos sensörlerdir.Buna karşılık en yaygın olan ve karanlık ortamlarda daha iyi sonuçlar veren ccd sensorler profesyoneller için daha uygun olacaktır.Son zamanlarda bir de yeni nesil cmos sensorler çıkmaktadır.İstediğiniz özellikleri belirledikten sonra istediğiniz markayı belirlemenzi gerekiyor ki bu kulvarda nikon ve canon açık ara önde giden markalar.Ama fiyat konusu önemli bir etken ise diğer markalarda istediğiniz özelliklerdeki makineleri daha uygun fiyata bulabilirsiniz.

Son olarak biraz fotoğrafa merakınız var seçiminizi lens kalitesi yüksek,sensör seçimi doğru yapılmış bir makineden yana yapmanızı tavsiye ederim.Çünkü fotoğraf çektikçe sıkılacağınız bişey değil.Aksine sürekli makineyi geliştirip daha çok ve güzel fotoğraf çekmek isteyeceksiniz.Son olarak seçim yaparken sırasıyla beğendiğim makineleri yazdığım ve arasında eleme yaparak doğru bir seçim yapmaya çalıştığım karalama kağıdının resmini paylaşmak istiyorum.Ben biraz abartmış olabilirim ama fotoğraf makinesi seçimi araştırmayı hakediyor  🙂

Her Ayrılık Yeni Bir Başlangıç

Bayramın ikinci günü kendimi Mc Donaldsın öğün kalori kağıdına bu yazıyı  yazarken buldum.Bu devirde kağıt kaybolur blog olduğu yerde durur düşüncesiyle az biraz da üzerinde oynayarak yazmak istedim.Belki bayramı ailemden ayrı geçirmenin,daha da tuhafı bayramın kutlanmadığı bir yerde geçirmemin etkisiyle hayatımdaki dönem noktaları olan ayrılıkları hatırlayıp yazmıştım.
İlk ayrılık 7.sınıfta bizi komşu köydeki ortaokula götürmesi gereken servis verilmediği için ilçedeki yatılı ilköğretime kaydımı yaptırmamla başlamıştı.Ya hergün okula gidip gelmek için 8 km yol yürüyecektim ya da şehirde güzel daha kaliteli yatılı bir okulda okuyacaktım.Karda kışta o yolu yürümek zor olacağı içinde yatılı okula gitmeye karar vermiştim.İşte o gün bavulumla babamın gidişini izlerken anlamıştım her ne kadar zorda olsa bazen ayrılmak gerekiyordu sevdiklerinden.Ama bu ayrılık uzun sürmedi ve yurtta bi gece kaldıktan diğer gün bavulumu bile almadan kimsede görmesin diye en ücra köşeden avludan atlıyarak kaçmıştım.(En iyi arkadaşımın bunda etkisi çoktu.Belki o gün kaçmasaydım hayatım  daha  farklı olabilirdi!).Ben daha da o yurda gitmem dediğim için de bavulumu 3 gün sonra babam gidip alacaktı!O halimi ve o bi günde yaşadıklarımı hatırladığımda beni her defasında  saçmasapan bi gülme tutar.
Liseye başladığımda ailemin bu sefer yine kaçar mı endişesi ve yine aynı arkadaşımın ya gidelim zor bu gurbet,köy işleri,tarla işleri bi şekilde hallederiz köyde demesine rağmen ben kalmıştım ve o yine ilk haftada köye gitmişti.
Liseden sonra sınava girilmiş ve çocukluğumdan beridir hep sevdiğim filmlerde gördüğümde şurada gezicem dediğim şehri kazanmıştım.Bu sadece geciken bi sevgiliye kavuşmak gibiydi benim için ama yine de bi ayrılık vardı üstelik bu sefer yüzlerce kilometre.Her canım istediğinde köye gidemeyecektim.Güzel bi tesadüfle istanbula ilk gelişim çok güzel de olacaktı.Lakin bi aileden aynı anda 4 kişinin evden ayrılışı ve arabaya binerken gördüğüm annemin gözyaşları zorlaştırmıştı kolay olacak bi yolculuğu.Ama alışmak zor olmayacaktı ve olmamıştı da.
Ve şimdi binlerce kilometre ötede bi başına kutlan(amay)an bir bayram.Bazen yeniden başlayabilmek için bazı şeylerden vazgeçip yarılmak gerekiyor işte.

Umudunu Kaybetme

O kadar çok duyupta alıntılar okumuştum ki bu filmden en sonunda bu fotoğrafı da görmüşken bu sefer ertelemeden hemen izlemeye karar verdim.İsim üzerinden finalin nasıl bişey olacağını tahmin etsemde o finale giderken neler yaptığını öğrenmekte önemliydi.Aslında çoğu kişi hayata umutla bağlanmanın sonuca götüreceğini inanır ancak bu düşüncesi (insanın dayanıklılığına göre) belli bi süre sonra önce davranışlardan tamamen silinir sonrasında umuda olan inanç kendisini ümitsiliğe bırakır.İşte bu yüzden önemliydi finale giden yol.
Neredeyse her cümlesi tek başına birer kitap olacak değerdeki filmden kendi payıma çıkardığım bi kaç güzel söz ve sahneyi alıntılayıp buraya yazmak istedim.
1- Birinin sana bişey yapamazsın demesine izin verme.
Yanlış hatırlamıyorsam ilkokuldayken bir hocamız “bazen birisine bişey yapamazsın demek onu en çok hırslandıracak şey olur” demişti.Ancak toplum olarak maalesef bu sözle pek hırslanan değilde kızıp pes eden bi tarafımız var.Madem hırs yapamıyorsak o zaman bişey yapamazsın deyipte moralimizi bozmasına da izin vermeyelim.
2-Bir hayalin varsa onu koruman gerek.İnsanlar bişey yapamaz ve seninde yapamayacağını söyler.
Etrafımızdaki Pozitif ve gerçekçi insanların önemi demek yeterli galiba.Diğer kısma pek kulak vermemek gerekiyor.
3-İş başvurusuna cevap alamayınca şirkete gidip kapıda şirketin ortaklarından biriyle karşılaşan Chris Gardner(Will Smith) vaktim yok bi yere yetişmem gerekiyor diyen patrona ben de o tarafa gidiyorum diyerek o yolu iş görüşmesine çevirmesi tam bir girişimcilik örneğidir.Evi boşaltmasını evi boyayacağını söylemesi üzerine evi kendisinin boyayacağını söyleyip bi hafta zaman kazanması da bence çözüm odaklı güzel bi sahneydi.
4-Herşeyi alabilirsiniz umutlarımı asla.
5-Filmde çok beğendiğim bir sahnede filmi izleyenler bilecektir iş görüşmesine beyaz atletle giden chrise işverenin sen olsan gömleksiz atletle iş görüşmesine gelen birisini işe alsam ne derdin sorusuna verdiği herhalde pantolunu çok iyiydi sahnesidir ki işe giden ilk basamağı bu şekilde geçmiştir.
6-Filmle ilgisi yok ama Micheal Jordanın güzel başarı öyküsü de umudunu kaybetmemenin ne kadar güzel soonuçlar doğurabileceğini anlatan güzel bir hikaye.”Kariyerim boyunca 9000’den fazla başarısız atış yaptım, 300’den fazla oyun kaybettim, 26 kez oyun kazandıracak atışı ıskaladım. Çabaladıkça başarısız oldum, başarısız oldukça çabaladım. İşte başarımın sırrı…”
Ama filmin özeti şu sözlerde gizli.”Bir yay gibi ne kadar dibe batarsan o kadar yükseğe çıkarsın

24 saat

İstanbuldan başlamak gerekirse tüm bi geceyi havaalanında geçirip uçuğa binmişken uzun bi süreliğine son bi defa semadan izlerken güzelliğini ve ne kadar çok sevdiğimi hissettiğim bu güzel şehirden ayrılmanın bi hüznü vardı üzerimde aynı şekilde bi taraftan da yeni yerler keşfedecek olmanın heyecanı kaplıyordu içimi.Yaklaşık 3 saatlik yolculuktan sonra Amsterdam havaalanına inmiştik.Şunu da belirtmeden geçemiyeceğim.Amsterdam yeşilliği,rengarenk evleri ve çok güzel yollarıyla havadan muhteşem görünüyordu.

Bu güzel şehrin küçük havalanında yaklaşık bi üç saatlik beklemeden sonra KLM’ye  ait Washington DC uçağıyla yaklaşık 8 saat sürecek bi uçuş için uçağa bindim.Açıkçası sunduğu hizmet ve konforla beklediğimden daha iyi bir izlenim bıraktırdı.Tek eksiği hostes ve hostların biraz yaşlıca olmasıydı 🙂 Uçak artık washingtona inmeye hazırlanırken bulutların arasında süzülünce beni en çok etkileyen Washington gibi büyük bi şehrin bu kadar yeşillik olmasıydı.(ki sonrasında gittiğim her yerde bu şaşkınlığı yaşayacaktım.)Demek ki gelişmişlik tüm şehrin binalarla kaplı olup ağaçlardan yoksun olnasını gerektirmiyormuş.İşte ilk heyecanı havaalanına indiğimde yaşamıştım ve bu heyecanla olsa gerek washington havalanında yasak olduğunu düşünemeyerek fotoğraf çekmeye başlamıştım ki uyarı alana kadar.Olum amerikadasın lan daha ne olsun heyecanıyla kontrolleri geçip bavulumu almıştım ki merkeze nasıl gidiceğimi sorduğumda danışmadaki kadın birbirinden zor bir kaç yol söyleyince  olum amerikadasın lan daha ne olsun heyecanı yerine olum amerikadasın lan bu yaban ellerde yol bilmez yordam bilmezsin ne işin var senin amerikalarda duygusuna   yer bırakmaya başladı.Hemen pes etmek yok diyip “how can i go” kalıbına da sığınarak yürümeye devam etmiştim ki tam bineceğim otobüse gelipte şöföre how can i go … sorusuna aldığım cevapta kendimi kaybettim zenci abi bana cevap verirken eli başka oynuyor gözü başka yere bakıyor mimikler başka biriyle konuşuyor gibi hissettiriyor ama hepsinden fenası öyle bi hızla konuşuyo ki 4. tekrardan sonra ancak otobüsün merkeze gittiğini anlayabildim.(zenciliği belirtmemteki tek maksatım gerçekten hızlı ve rahat konuşuyor olduklarını belirtmek istememdendir 😉 )

Daha sonra yolculukta yüzümdeki köyden geldim şehre ifadesinin de etkisiyle gideceğim yere nasıl gideceğimi anlatıp bana yardımcı olan Etiyopyalı bir çocuk ve bostonlu bir kızın sohbetiyle bi şekilde L’Enfant Plazanın önüne geldik ve koskocaman binaların arasında yeraltı metrosuna geçtik son derece tarihi ve güzel görünmesine rağmen teknolojik bakımdan İstanbuldaki taksim metrosu burayla  kıyaslanmayacak derecede çok daha teknolojiktir .Aktarma burda da peşimi bırakmadı ve bir aktarma yaparak Greeyhound bus stationa varabildim de az buçuk rahatladım.Bu gün Amerikadaki 20.günüm aslında yazıya başlarken bu 20 günü özetlemek istemiştim ama yazı uzadı.O yüzden Richmond da ki firari demeyelimde izinsiz otelde arkadaşlarla kalmamdan bir profesörün yanında kiralık odada kalmaya kadar ki süreci de başka bir yazıda yazarım artık  🙂 Bu yazı sadece ilk 24 saate yetti …

Ayrılık

Bu yazıyı uçaktayken yazmıştım hiç düzeltmeden yazmak istedim.

”   Ayrılıklar düşünüldüğünden de zor olur çoğu zaman.Gitmeden 5 dakika önce bişey yokken tam kapıdan çıkacakken bi sarılış düğümler boğazını ve başını kaldırmak istemezsin yerden.Çok sevdiğin bi diyardan ayrılman yetmezmiş gibi çok sevdiğin insanlardan ayrılışı daha da zorlaştırır insanın gidişini.

Kimisini sonradan iyi ki gitmişim diyeceğin bi doğum gününde hep bi Şeylerle uğraşırken tanımışsındır;kimisiyle ilk senende tanışıpta aynı kaderi paylaşmışsındır sürekli ;twitterda bi takiple başlamıştır bi diğeriyle güzel arkadaşlığın  ve bi diğerini nasıl tanıştığını tam olarak hatırlamıyorsundur belki ama “yolun açık olsun kardeşim”  deyişiyle kazınmıştır hafızana ve böyle daha niceleri …

Herşeye rağmen gitmen gerekir bazen ne seni neyin beklediğine aldırış edersin;nede geride bıraktığın şeylere duyacağın özleme. ”

O gidişte bugün ilk günüm ve bir otel odasından yazyorum bunları (bu  “bir otel odasından yazıyorum bunları” kalıbını bazen yazarlar kullanıyo ya çok hoşuma gidiyodu fırsatını bulmuşken yazayım dedim 🙂 )

BAZEN GERİ DÖNMEK İÇİNDİR GİDİŞLER  …

Bilgisayar Eğitimi Üzerine

Bu yazımda bilgisayar mühendisliğindeki eğitimle ilgili fikirlerimi yazmak istiyorum.Öncelikle lise dönemi kitaplarında hedef olarak İstanbul Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği yazan birisi olarak  son söylenmesi gerekeni en başta söyleyeyim.Bilgisayar mühendisliği eğitiminden çok şey bekliyorsanız;hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. O yüzden beklentileri abartmamakta fayda var.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki eğer sizde “abi doktor olmak istiyordum ya da eczacılık okumak istiyordum ama puanım yetmedi ben de burayı seçtim ” demiyorsanız(mühendislikte böyle söyleyen öğrenci sayısı oldukça fazladır 🙂 )belli bir fikir sahibi olarak bolume gelmişsinizdir ve teorikten çok pratikte iyi bir eğitimin verilmesini beklersiniz.(En azından ben böyle düşünüyodum.)Ancak birinci sınıftaki teorik derslerden sonra heralde ikinci sınıfta derslerimiz bilgisayar başında olur düşüncesi 2.sınıfın bitimiyle 3.seneye bıraktı.Gün itibariyle 4.sınıfa adım atmış birisi olarak diyebilirim ki galiba bu konuda beklediğini bulamadan mezun olucam 🙂
Ayrıca ders dağılımının bilgisayar konuları üzerine dağılımına bakıldığında da networke çok az önem verilip yazılıma nedendir bilinmez donanıma oranla çok düşük bir oranla dersler verilmektedir.Verilen yazılım derslerinin çoğunluğununda bilgisayarda değilde yine teorikte anlatılması da konuların tam anlaşılması konusunda yetersiz kalmaktadır.Gerçi bu dönem bazı yenilikler olacak ama o konu da hala muallakta.

Aslında ders içerikleri hakkında da bişeyler yazmak istemiştim artık o da başka yazıya …
Bazen sayfalarca yazıpta anlatılamayan bir konu bir karikatür ya da bir resimle çok daha iyi anlatılabilir.O bakımdan bu güzel karikatür de faydalı olabilir 🙂
Sevgiler .

FARK VAR

İlk iki yazım Bilgisayar Mühendisliğini seçme hikayemdi.Şimdi de üniversiteye gelerken üniversiteden beklenenler ve üniversitede bizi bekleyenler arasındaki farkı yazmak istiyorum.

1-Lisede hep 300-400 kişilik amfilerde ders göreceğiz sanırdım.Üniversiteye gelince yeraltı bir hazırlık sınıfından sonra Sadece ilk seneki bi iki dersi amfide görüp sonrasında lisedeki tarzda dersliklerde ders görürsün.

2-Lisede hocaların sürekli söyledikleri “oğlum şimdi günde 7-8 saat çalışın üniversitede dersler çok kolay “eşeği bağlasan mezun olur” “lafına inanıp da gelirsen üniversiteye gelince sudan çıkmış balığa dönersin.(bknz->Hazırlık ilk senem:) )

3-Lisede hep kampüste uzanan öğrenciler,gitar eşliğinde parçalar söyleyen gruplar gösterilirdi.Yok öyle bişey arkadaş en kral muhabbet “kanka akşama maç var gelcen mi”  ya da  istanbuldaysan  adalar , piknik mevzuları var tabi 🙂

4-Lisede formül kaplı tahtalar ve önünde saçları dağınık ;hafif düşük gözlükleriyle ders anlatan hoca resimleri görürdük.Üniversiteye geldik tahtadan çok projeksiyon kullanan hocalar;hiç te saçları dağınık olmayan,gözlük takmayan liseden farkı daha özgür ve öğrenciyle biraz daha mesafeli olan hocalarla karşılaştık(mesafeyi biraz kaldırmış sayılsam da her zaman kendini hissettirir. ).

5-Bi de özellikle üniversite dizilerinin gazıyla üniversitede “tüm erkeklerin birer günümüz dizileriyle bir Çağatay ya da tüm kızların en az bir Hazal Kaya ” olduğu beklentisi var ya öyle bişeyde yok.Lisede okuduğunuz arkadaşlarınızın benzerleri sadece lise formalarını çıkarıp,daha “güzel” giyinirler.Hele ki  mühendislik öğrencisiysen sakın “olum Çağla Şikel de mühendislik okumuş lan ” diyerek beklentiyi arttırma(Çift taraflı 😉 ). FAZLASINI  BEKLEME !

6-Bir de eğlence kısmı var ki tam bi muamma.Üniversite gelirken olum partiler,gezmeler, konserler falan fena eğlencez lan diye düşünürsün.Oysa ki parti yerine gecelerini pesle ya da filmle geçirirsin.Tüm sene bahar şenliklerini beklersin onda da beklediğini bulamazsın 🙂

Peki hiç mi yok beklentilerle örtüşen.Tabi ki var üniversiteye git bol bol uyursun derler ve oyle olur,tüm dönem uyuyup final dönemi çalışsırsın derler ve oyledir(Bi kısmı tam olmasa da )

Yazacak daha çok şey var ama uzun internet ortamında uzun yazılara karşıyım.En azından etkisinin az olduğunu düşünüyorum.Devamı belki ikinci bir yazıda artık .

HERŞEYE RAĞMEN ÜNİVERSİTE HAYATI HERKESİN YAŞAMASINI İSTEDİĞİM GÜZEL BİR DONEMDİR..

Eğer

“Etrafında herkes şaşkına dönmüş,yollarını şaşırmış ve bundan seni mesul tutarken ,sen kendi tuttuğun yoldan ayrılmaz ve başını dik tutabilirsen.

Eğer beklemeyi bilir ve beklemekten yorulmazsan,başkaları seni aldatırken sen yalanla iş görmezsen  veya onlar senden nefret ederken,sen nefret etmeye yanaşmazsan ve bütün bunlara rağmen fazlasıyla iyi görünmez ve fazlasıyla hakimane konuşmazsan.

Hayal kurabilir ve hayallerinin esiri olmazsan.

Düşünebilir fakat kendi düşüncelerine körü körüne bağlanmazsan.

Eğer zafer ve yenilgiyle karşılaşabilir ve bu iki boş şeye karşı aynı şekilde  kayıtsız hareket edebilirsen.

Söylediğin hakikatlerin reziller tarafından akılsızları aldatmak için değiştirilerek kullanıldığını işitmeye tahammül edebilirsen.

Yapmak için bütün hayatını verdiğin şeylerin bir an içinde yıkıldığını görür de tekrar eğilir,yorgun vücudun ve yıpranmış aletlerinle onları yeniden yapabilirsen.

Hayatta elde ettiğin tüm kazanç ve başarıları bir yığın yapar ve hepsini bir yazı-tura bahis için feda edebilirsen ve kaybeder,sonra da baştan başlayabilirsen ve bütün talihsizliklerini unutup kimseye bundan bahsetmezsen.

Eğer kalbin,sinirlerin ve kasların bitmiş,içinde yalnız  ‘dayan‘ diyen iradenden başka bir şey kalmamışsa ve sen onları tekrar çalıştırabilirsen.

Halkla gezerken kişiliğini,krallarla gezerken halkla ilişiğini koruyabilirsen.

Ne düşmanların ne de dostların seni incitebilirse.

Herkes sana güvenebilirse,fakat bu güven de sınırsız olmasa.

Eğer ömrünün her saatine 60 dakikalık değer verebilmişsen

İşte o zaman içindekilerle beraber bütün dünya senin olur,hatta bundan daha da önemlisi ,sen bir insan olursun.

NOT: Alıntıları bu şekilde yazmayı pek sevmeyen birisi olarak (en azından burada pek alıntı kullanmayacağım.)bu yazının bu blogta bulunmasının uygun olacağını düşündüm .

Mühendisliğe Giden Yol -2

Önceki yazıda bahsettiğim gibi bir arkadaştan da etkilenerek gelecek hedefimi belirlemiştim.Artık kitaplarımı defterlerimi “İstanbul Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği” yazısı süslemeye başlamıştı.Tabi bunu herkesin göreceği gibi değilde sadece benim görebileceğim şekilde belirli yerlere yazıyordum(!).Daha sonrasında lise sonda biraz da kaldığım ortamında etkisiyle dersleri biraz aksattım açıkçası bilinçaltımda ilk senemde istediğim yere yerleşemiyeceğimi biliyor seneye tekrar hazırlanacağımı düşünüyordum.Tek hedefim en azından bazı güzel sayılabilecek yerleri tutturabilmekti.Bu sayede en azından aileme bak ben bunu yaptım derhaneye gönderirseniz beni daha iyi şeyler yapabilirim diyebilecektim.Nitekim sınav sonucumda dediğim gibi oldu ve tercih etmem çok tavsiye edilmesine rağmen tercihte bulunmadım.Diğer sene ise daha  disiplinli,daha planlı bir şekilde çalışarak zorlu bir dershane sürecinden geçerek  2.kez oss’na girdim ve puanım sonucu yaptığım tercihler sonucunda “İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ BİLGİSAYAR  MÜHENDİSLİĞİ ” bölümüne yerleştim.Aslında herşey yeni başlıyordu.Tıpkı filmlerdeki gibi

1 6 7 8 9