LA- Sonsuzluk Hecesi

Güzel bi tesadüfle başladı Nazan Bekiroğlu’yla tanışıklığımız.Bir gün öncesinden söyleşisi olduğunu öğrendim.Neden o kadar ilgimi çekti bilmiyorum ama bir iki saat içinde bayağı araştırıp kendisiyle ilgili bilgi sahibi olmuştum.Sözlüklerde yazılan tüm entrylerin kendisi hakkında güzel şeyler söylemesi ve kendi sitesinde yazılan çocukluk hikayesi bile beni kendisine hayran bıraktı.Ertesi gün ki söyleşideki harika türkçesi ve yalnızlıkla ilgili söyledikleri ise hayranlığımı arttıracak cinsten unutulmuz şeylerdi.Türkçeyi bu denli güzel konuşan her kelimesine beden giydirip size kelimeyi gösterip hissettiren birisinin kitapı da güzel olmalıydı.

Kitaba gelecek olursam La Sonsuzluk Hecesi Sonsuzluktan kovulukta sonlu bir yaşamın sonunda tekrar sonsuzluğa kavuşmayıanlatmakta.Hz.Adem’in yaratılışından cennette kovuluşuna Havva’ya kavuştuğu an duyduğu mutluluktan,Adem’in ilk çocuğunu sevişine ve o seneler sonra o çocuğunun karşısında çaresizce konuşmalarına kadar bir çok olayıyla hikaye uzun ve harika betimlemelerle süslenip sürükleyici bir dilde anlatılmış.Adem’in Havva’yla ilk buluştuğunda söyledikleri,çocuklarına nasihat ederken ki seçtiği kelimelerin her birisinin güzelliği ise Nazan Hanımın kelimlerle arasının ne kadar iyi olduğu hakkında insana güzel örnekler sunuyor.Anneliği ve doğum olayının harikalığını anlatırken seçtiği kelimeler ve betimlemelerindeki güzellik ise okunmaya değer.

la2

Adem’in Havva’yı bıkmak usanmaz bir şekilde arayışını bu arayışa sebep olan Aşk’ı “…güzellik aşkın özü.Aşk dünyanın evveli ve ahiri.Bülbül gülle eş zamanlı, ikisinin yaratılışı da adem in gelişine yakın.Öyle ki adem gelişinin az evvelinde bir aşk hikayesi buldu.Bülbül ve gül gibi her bir şey de kendi türünde sabitti…” şeklinde anlatışı bile eksik kalıyordu Adem ve Havva kavuştuğunda Adem’in döktüğü gözyaşlarının yanında.
Kabil’in asiliğinden alınacak çok ders var bu kitapta.Hele ki habil’i öldürüpte cesedi ne yapacağını bilmeyince bunu bir kargadan öğrenince anladığı halinin ne olduğunu.Habil sevdiğinden caymıştı onun için ama Kabil’e bu yetmemişti kendisini de istemişti sonra ona özlem duyacağını bilmeden.
Özellikle kitabıın sonlarına doğru yazılan iyilik ve kötülük bildirgesi ise herkesin okuması gereken cinsten.Bu bildirgeler o kadar güzel tarif edilmiş ki bu iki kavram çerçeveletip duvara asılacak cinsten.
Yazıdan sadece bir kaç alıntı
Kitabın ismini anlatan bölümle başlayacak olursam
“… Hikayenin ismi düştü dilime bir gece: La
İLLA ,dedim.
Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LA olduğunu bildim.
LA:Olumsuzluk eki.Başkaldırı serbestisi.Ama değil mi ki Tevhid kelimesi LA ile başlar:LA ilahe .Bilinçli kabul kelimesi onun ardından gelir.İllallah
Öyleyse Adem İLLA’ya giden yolda bir LA hecesidir.İsyan tecrübesi onun ilk halidir.Adem daha cümlenin başında LA diyecek,reddedecek özgürlüğe sahip olduğu halde İllallah’a varmasıyla yaratılmışların en güzelidir,mümkünler alemindeki o en esrarlı heceyle,kendiliğinden değil bile isteyendir.LA ,bir hiçlik mesabesi,öyleyse sonsuzluk ekidir …”
” Muhtaç değildi elbet yaratan,yarattığının kulluğuna.Lakin yaratan o kadar büyüktüki Adem’in O’na varmaya kulluktan başka yolu yoktu.
Kendisini ister istemez değil,istekle kabul eder buldu.Bu kulluğun sayesinde seyeban oldu. ”
” Üç şey seçtiler cennetten çıkarmak için:
Bir : Kelimeler
İki : Aşk
Üç : Annelik duygusu
Kelimeleri Adem yanına aldı,annelik duygusunu taşımak Havva’ya kaldı.
Ama aşk çok ağırdı.
İkisinin de aşkı tek başına taşıması mümkün olmayınca,ikisinin zembili de aşkı bir başına kaldıramayınca,bölüştüler yükü.Yarısını Adem sırtlandı,aşkın yarısı Havva’ya kaldı. … ”

” Adem’i cennette eksik bırakan Aşk,gün gelip Adem’e aşkın bilinmezlikte dönüşümünü şu sözle söylettiriyordu. Bela Aşk’tan büyüktür,Allah’da hepsinden büyüktür ne kadar anlamlıydı her ne kadar Kabil’e fayda etmese de . ”

” Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun. Seni anan beni de ansın.Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.Bir “ile” koy aramıza bizi birbirimize bağlasın… “

2012

Dün bir tweetten sonra eski fotoğraflara göz gezdirirken farkettim ki 2012 senesi benim için diğer senelere oranla çok daha güzel geçmiş.Olurda ilerleride bir gün 2012 yi andığımda bakacağım fotoğraflarla beraber bir de okuyabileceğim bir yazının olmasının güzel olacağını düşündüm.Bu yuzden bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Öncelikle ilk kez kendi alanımda bir işle uğraşıp arkadaşlarımla yapacağımız bu işle ilgili kısa süreli de olsa güzel bir heyecan yaşadım.Kısa süreli de olsa götürüsü olmayıp çok güzel getirileri olan bir işti bu.Senenin başlarındaki bu heyecandan sonra şu anda da katıldığım en büyük çaplı yarışma “okullar arası yarışmalar” olan birisi olarak arkadaşlarımla sonucunun güzel olacağını umduğum bir yarışmaya başvurmuş bulunmaktayız.Sonucu ne olursa olsun güzel bir deneyim olacağı şimdiden aşikar.

İkinci olarak hayatımdan çıkardığım birisini hatırlamamakla birlikte tanıştığım için memnun olduğum bir çok yeni insanla tanıştım.Bazılarının adını bile bilmediğim yeni insanlarla güzel anlar yaşadım.
Yine 2012 de hayaldi gerçek oldu denilebilecek güzel bir deneyim yaşadım.4 günü rüyalarımı süsleyen şehirlerden birisi dediğim şehirde olmak üzere yaklaşık 3 buçuk ay boyunca yabancısı olduğum bir kültürün kırık dökük bildiğim dilinde farklı kültürlerden insanlarla yaşamanın eğlencesini yaşadım.Ha bu arada yazıp yazmama kararsızlığı içinde şunu söyleyebilirim ki özgürlüğü en güzel şekilde hissettiğim donemlerden biriydi.Buna sebep ise hem sadece belli bi
Richmondda son gün el sallayan güzel,kapıyı açar açmaz bana o lafı söyleyen evet sana da eksik kalmıştı teşekkür edişim,DC’deki yeni mezun avukat arkadaşlar,times meydanında çılgın gitarist sen de güzel bi anı oldun hafızamda ve gecenin bi yarısı arabasının kapısının bize açan güzel insan,derdiniz ne diyen tatlı çocuk,normalde yasak ama hadi siz fotoğraf çekin diyen babacan amca sana da teşekkürler.Günlerimin güzel geçmesinde en buyuk etken sahibi olan Anita bi daha teşekkürler ve ali kemal abi,at kafası taktığı için çocuklar gibi şen olan Mr. Peter senin de yardımın oldu o günlerde,ve good guy diyen Helin sana da,Chuck sana bile teşekkürler … (bunu yapcağımı hiç düşünmemiştim 😀 )

Yoo yoo bu kadar teşekkür etmişken seni unuttum sanma ! Evet sen buraya kadar bu yazıyı okuyan sevgili okuyucu en afillisinden sana da teşekkürler 🙂

#2012

HTML 5

Son günlerde bi vesileyle araştırdığım ve özellikle templateleri ben de heyecan uyandıran HTML5 hakkında çalışmalarımı burada paylaşmak istedim.Öncelikle HTML terminolojide bir programlama dili olarak kullanılmaz.Bunun nedeni ise sadece HTML kodlarıyla çalışabilir bir program yazmanın mümkün olmamasıdır.Çünkü bu kodları derleyemeyiz.Notepad ya da başka uygulamalarda yazıp browsera gönderilerek yorumlanır ve browserda gösterilir.HTML’de tag denilen kod parçalarıyla geliştireceğimiz belge ya da platformda metin,ses ve resimleri nereye nasıl yerleştireceğimizi belirleriz.Bir nevi düzenleme işi de denilebilir.

HTML taglerine ve son donemlerde sıkça duyduğumuz HTML5 e giriş yapmadan önce kısaca HTML den bahsetmek istiyorum.HTML Hyber Text Markup Language kelimelerinin baş harfleridir.Bu arada HTML’in açılımı BMG Sınav sorusu olup M ye denk düşen Markup ifadesini hatırlayamayıp yanlış hatırlamıyosam Make olarak sallayıpta tutturamadığım için hafızama kazınmış 🙂  HTML 1990 yılında teknoloji alanında bir çok buluşun yapıldığı CERN’de geliştirildi.Başlangıçta amaç labaratuvar içerisinde bilgi paylaşımını sağlamaktı.Bu şekilde www (World wide web) terimi hayatımıza giriyor.1990-1995 arası süreçte sürekli gelişen bu yeni teknolojinin ilk ürünü olan HTML2.0 1995 yılında yayımlanır.Sonrasında sırasıyla 1997’de HTML 3.2,1998’te HTML 4 sürümü
yayınlanır.2000’li yılların başında ise HTML XML ile konfigure edilerek XHTML denilen web için önemli bi
süreçe başlanılmış oldu.Bu sureçten sonra HTML yerine yeni bir arayış içine girilip XFrom denilen bir yapı
denenmeye çalışıldıysa da başarılı olunmadığı gorulup yeniden HTML üzerine çalışmalar yapılmaya
başlanmıştır.Ve bu yeni çalışmalar 2004 yılında şu an çok populer olan HTML 5 fikrinin ortaya çıkmasını
sağlar.Bu yazıda HTML 5 ten bahsetmek istediğim için HTML taglerinin sadece bi kısmının isimlerini yazıp
gorevlerini yazmayacağım.Bunlardan ilki tüm yazacağımız kodlarda kullanmamız gereken <html> tagıdır.Her
kod bu tag ile başlayıp bu tag ile bitirilir.Diğer iki tag ise Site ya da belge başlığımızı yazacağımız
<head>tagı ve içerisinde <title>tagıdır.Browserda derlenecek tüm kodlarımızı ise <body> tagleri arasına
yazarız.<table> ve <div> tagleri ise özellikle görünüm açısından kolaylık sağlayan taglardır.Benim tavsiyem
her zaman div tagıdır tabii ki de.Anlaşılan tagları boyle anlatmakla bitmiyecek.En iyisi en kısa zamanda
ayrıntılı ve orneklerle yeni bi yazıda taglerden bahsetmek.

Şimdi beni heyecanlandıran HTML 5 e geçecek olursam heyecanımın sebebi geçenlerde bir sebeple html 5 orneklerini araştırıp harika orneklere denk gelmem.Capcanlı tasarımları gorup birbirinden farklı ve güzel templateler gorünce şaşırdım doğrusu.Ben
bunların ancak javascriptle bu kadar güzel yapılabileceğini düşünüyodum.Ama heyhat adamlar coşmuş 😀
Baksanıza ben bile anlatırken yazı yazdığımı unutup bi an coştum. O yüzden HTML5’i araştırıp öğrendikçe de
buraya yazmaya karar verdim.

Öncelikle HTML 4’ten HTML 5 e geçilirken çok fazla değişiklik getirilmemiş ancak getirilen değişiklik ve yenilikler son derece kullanışlı özellikler ve bu değişikliklerin 2022 ye kadar sürecek olan uzun bir sürecin başlangıcı olduğu söylenmektedir.HTML5 gerek mobil gerekse web uygulamalarında daha yaratıcı uygulamalar geliştirmeye olanak sağlıyor.HTML5 özellikle internet sayfalarına daha iyi bir işlerlik,daha düzenli bir tasarım sağlanabilecek.Özellikle CSS3 ile HTML5 in birlikte kullanımının da tasarımcılara çok buyuk kolaylar sürüldüğü söylenmekte.Ayrıca HTML5 ve CSS3 birlikteliği sayesinde tasarım için daha az photoshop bilgisine ihtiyac duyulacak.Medya içeriğinin gelişterilerek daha kaliteli bir ses,video ve resim kullanımına olanak sağlaması sayesinde de flash ve silverlight gibi eklentilere daha az ihtiyaç duyulmuş olacak.
HTML5’in popularitesinin artmasının bir sebebi de hizmet sunabildiği cihaz türünün fazlalığı ve birçok tarayıcıda sorunsuz çalışabilmesi.Henüz internet explorer la ilgili ufak pürüzleri olmakla beraber bunların da sonraki sürümde giderileceği soylenmekte.Yine de beklentiyi yukseltmeyelim.Sonuçta kapanması açılmasından çok daha üzün süren bir tarayıcıdan bahsediyoruz 🙂
Taglerden bahsedemedim bu seferlik ama bilgi edindikçe burda paylaşmaya çalışcam.
(Yazıyla ilgili yorum ve söylemek istediklerinizi #html5 hashtagiyle yazarsanız sevinirim. Hem bi action olur ;hem de bi çalışma için birşeyi gozetlemiş olup on çalışma yapmış olcam 😀 )

Şimdiden okuduğunuz ve #html hashtagi attıysanız hashtag için teşekkürler ..

İskender Pala ~ Katre-i Matem

Katre-i Matem Osmanlı Devletinin Lale Devri donemini anlatan el yazması bir kitabın İskender Pala’nın yalın,etkileyici ve akıcı anlatımıyla anlatılmakta.El yazması kitap Patrona Halil isyanıyla başlayan ihtilalden iki hafta sonra yazılmış olup tam olarak yazarı bilinmemektedir.

Hikaye Osmanlı Devleti’nin  önemli dönemlerinden biri olan Lale Devri’nde Kara Şahin’in güzel bir gecenin korkunç olan sabahına uyanmasıyla başlar.Hem sevdiğini kaybetmiştir Şahin hem de herkes tarafından katil olarak bilinmektedir.Onu hayata bağlayan tek şey ise Nakşıgülden kendisine kalan Lale Soğanıdır.Kara Şahin (Gerçekte Sadrazam Ahmet ) Nakşıgülün katili olarak işkenceyle sorguandıktan sonar hapishaneye devri sırasında kaçmayı başarır.İlk iş olarakta yüzünü bir operasyonla tanınmaz hale şekilde değiştirir.Sonrasında elindeki tek delil olan Lale Soğanının izinden giderek devrin en iyi lale yetiştiricisi Hafız Çelebiyle tanışır.Elindeki lale soğanını Hafız çelebiyle beraber ekip ona Katre-I Matem(Yas Damlası) adını verir.Katre-I matemle birlikte en yakın arkadaşı olan Topaç Yeye’yi de Hafız çelebiye emanet edip kış ayını geçirmek için bir Medrese’ye sığınır.Kış ayı geçtikten sonra sarayda vezirle tanışıp vezir için çalışmaya başlar.Nakşıgul’un olum sebebini çözecek düğümler burada çözülür.Aynı tarihlerde Patrona Halil İsyanınında başlamış olması olayı çözmesini daha da kolaylaştırır.Gerçek yüzü çok şaşırtıcı olan bu hikaye İskender Pala’nın harika anlatımıyla birleşince hikaye heyecan içerisinde okunacak sürükleyici bir hal alıyor.

Kitapla ilgili olarak diyebileceklerim İskender Pala Od’daki gibi bu kitabında da yalın ve akıcı bir dille sıkıcı olabilecek tarihi bir hikayeyi keyifli bir şekilde anlatmış.Lale yetiştiriciliğinden,saray hayatına,büyücülükten,isyanlara kadar birçok konuda bilgi veren kitap tarihe merak uyandıran cinsten.Kitap bir yandan tarihi olayları polisiye tadında  anlatırken digger yandan da iki büyük aşk hikayesini (Kara Şahin-Nakşıgül ve Topaç Yeye –Şehnaz ) anlatan bir aşk romanı tadında.Birbirinden güzel derkenar hikayeleriyle daha da bi zenginlik kazanan roman tam film olacak değerde bir roman olmuş.

ka

Kitaptan bikaç alıntı : “Ey sevgili;nasıl diyeyim sana ,n’olursun,azcık olsun şu sevgiyi benden öğrensen! … ” Herkes ençok kendisinin sevdiğini düşünür lakin gozler

“ … Nakşıgül’ü  önce bana vermek  nedendi,ve sonra almak neden ? ” (Aynı yakarış yamak ahmet dizisinde 1.sezonun son bolumlerinde de geçmekte.Her ne kadar kitapta cevap verilmese de dizide bu soruya bi cevap verilmeye çalışılmış.. )

Son olarak Hafız Çelebinin dostuna inancını anlatan “… Çünkü  o benim dostumdu,böyle bişey yapmaz . ”

İskender Pala’nın kitapla ilgili soyleşisi :http://iskenderpala.blogcu.com/istanbul-un-lale-zamani-katre-i-matem/5348127

Ve Kısa bi röportajı : http://www.youtube.com/watch?v=AkNJ5Dkq5I8

90’lar ve 2010’lar

Geçen sene bir arkadaş sohbetinde konu olan ve dünde izlediğim bir video sebebiyle 90’lı yıllar ile 2010’lu yılları kuşak farkını yazmak istedim.Defalarca twitterda da #90lıyıllar hashtagiyle tt olan 90 ların yaşantısı ile günümüz yaşantısı arasında inanılmaz bir fark vardı.Peki Neden ?
Şüphesiz bu değişimde teknolojinin hayatımıza girişi ve bizim teknolojiyi hemencecik kabullenişimiz en etkili etken oldu.20 sene öncesine kadar evlerdeki en teknolojik araç siyah beyaz televizyonlarken bugün artık herkes internet bağlantısı olan her yerden blue-ray kalitesinde görüntüyü izleyebiliyoruz.Belki de bu heryerden ulaşılabilirlik biraz da ulaşılabilirliğimizi kısıtladı.
Şimdi bir kaç örnekle teknolojinin gencinden yaşlısına yaşantımızdaki etkisini anlatmak istiyorum.
1-) Özellikle 2007’den sonra Mark’ın hayatımıza Facebok’u keşfiyle sosyal yaşamımız yeni bir boyuta taşınmış oldu.Artık yeni arkadaşlıklar bir “Arkadaş olarak Ekle” veya bir “follow” tuşu kadar yakın olup tüm dunyayla iletişim halinde olabilecek bir fırsat yakalamış olduk.
2-)Eskiden okul çıkışlarında arkadaşlarla çoğu zaman hazır olan takımlarla 5 te devre 10 da biter( 🙂 ) şeklinde maçlar yapılırken,şimdi bunun yerini saatlerce yapılan PES veya FIFA oyunları almış durumda.
3-)Çocuklukta büyük keyifle oynanan bilye(misket) oyunlarının yerini benzer mantıkla oynanan Angry Birds oynanıp levellar atlanmaya çalışılmakta.
4-)Özellikle şehirde yaşayan bizler için muhteşem bir stres atma ve motivasyon yontemi olarak saksılarda sebzeler yetiştirmek varken sanal ortamda farmville da sanal bir çiftlik oluşturmayı seçmekteyiz.

90 lar muziği diye de bişey vardı : http://www.youtube.com/watch?v=FAHAzzsR56k   İlk çıkan videoyu yapıştırdım 🙂

Tabii ki teknoloji sadece bu değil ve doğru kullanıldığında muazzam bişey! Ama her ne kadar muazzam bişey olsa da sanal alemde geçirilen saatlerin yerine tek başınıza ya da sevdiğiniz birisiyle geçireceğiniz dakikaların “huzur”unu vermemekte 😉
Konuyla ilgili olduğunu düşündüğüm bir kaç fotoğraf …
Eğer buraya kadar okuduysan değerli okur arkadaşım çok teşekkürler bu kendi ismimle aldığım domainimde ilk yazım.Dünya için önemsiz ama benim için muhim bişey yani ve sen bunu okuyarak bana destek oldun.Teşekkürler 😉

İskender Pala – Od

Od kitabı bir hediyeydi İskender Pala’dan insanlığa, kıymetli bir insandan da bana hediye olan.(O değerli arkadaşıma burdan tekrar  teşekkürler hem beni İskender Pala’yla tanıştırdığı için hem de bendeki varlığı için 😉 )

Od ilk İskender Pala kitabım olacaktı.Sadece Od isminin anlamı değildi beni meraklandıran.İki Darbe arasında kitabıyla bu kitabın çok öncesinde bir merak uyandırmıştı bende divan edebiyatını sevdiren bu yazar.Duruşuna ve tavrına vuran mutevaziliği ve samimiyeti acaba kitaplarında uslubunda dabulabilecek miydim.Asıl meramım da buydu açıkçası.

Kitabın isminden başlayacak olursam ismin hikayesi Yunus’un ailesini kaybedip alim bir zat olan Molla Kasımın yanına yerleşip buraya ormandan hergün  odun kırıp getirmesiyle başlıyor.Yunus sonraları farkedecektir ki taşıdığı odunlar Aşkın ın Od ‘unu yakacak odunlardır. (Od kelimesinin sözlük anlamı Ateştir.) Kitabı özetlemek yerine burada beni en çok etkileyen bolumden bahsetmek istiyorum.Yunus’un artık dayanacak hali kalmayıpta Molla Kasımın yanından ayrılmasıyla başlar yunus’un pişmanlık duyacağı yolculuk.İşte bu yolculukta iki dervişle karşılaşır Yunus.Mağarada yaşayan bu dervişler yemek zamanı ellerini açıp Allah’a  dua ediyor ve sofraları güzel yemeklerle doluyordu.İki dervişte iki gün yaptıktan sonra üçüncü gün sıra Yunus’a gelmiştir ancak dervişlerin nasıl bi dua ettiğini bilmemekte çaresizce ellerini açıp duaya başlar.Duaya başlamasıyla sofra güzel yemeklerle dolar taşar.Buna hayret eden Yunus’un hikayeyi öğrenmesiyle pişman olup dergaha dönmesi bir olur.İşte bu hikayedeki gizli ayrıntıydı beni derinden etkileyen.Pişman olmuştur Yunus ama asıl imtihan kendini Molla Kasım’a affettirmesidir.İşte bunun için tam teslimiyetle gözleri görmeyen Şeyhının ayaklarının altına uzanıp af diler ve affedilir.

Kısaca kitap Yunus bir yanda dönemin çalkantılı olaylarından dolayı erkenden kaybettiği gönül sahibesi Sitarenin sevdasıyla yanarken diğer taraftan kaçırılan oğlunun özlemini çekmekte.Kitabın sonlarına doğru oğluna olan özlemi kötü ama belki de hayırlı sayılabilecek bi tesadüfle karşılaşmasıyla bitmekte.

Bugün İskender Pala ile tanışmamın da etkisiyle önceden okuduğum Od ile ilgili fikirlerimi yazmak istedim. Alelacele bi şekilde yazıldığı için hata ve eksiklerim olmuşsa affola ..

Ayrıca bu da İskender Pala’nın kitapla ilgili uzun bir röportajı…  http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=ssUIJosvzNg

Obama Vs Romney

Hazır  yarın (6 Kasım) da seçimler varken bu seçimin sonucunun dünya için önemli olduğunu düşündüğüm seçimler için kısa bi yazı yazmak istedim.Tabi ki burada adayların politik görüşlerini ve siyaset hayatlarını yazabilecek bi bilgiye sahip değilim.Siyasetle ilgili bi konuda yazmayı da pek istemem zaten.Burada obama ve romney arasında kendimce bir analiz yapmaya çalışacağım.

1-)Obama oturulup işinden eğlencesine oturup herşeyi konuşabileceğin bir kanka havasındayken romney her an bu ne laubalilik biz ne zaman bu kadar samimi olduk aga diyecek gibi duruyor.

2-)Romneyde ağır abi gibi bi hava varken obama iste okeye dorduncu işte macta kalecin olurum diyecek gibi bir hal var.

3-)Obama guluşuyle insanları etkiler;romney duruşum yeter aga havasındadır.

4-) Romney&ryan zengin mahallenin havalı gençleri modundayken ;obama fakir mahallenin okumuş gurur duyulan çocuğu imajını vermektedir.

Keyif almak için yazdığım bir yazıydı o yüzden maddeler az daha da çoğaltılabilir daha sonra 😀

Hak eden kazansın gibi bi klişeyle de bitereyim o zaman yazıyı 😀

Simyacı

Okulda başarılı bir öğrenciyken sırf gezmeyi çok istediği ve bunu o zamanlarda çobanlık yaparak yapabileceğini düşünen bir gencin sürekleyici hikayesi Paulo coelhonun güzel anlatımıyla  anlatılıyor bu kitapta.Rüyasını anlattığı falcının bi hazine bulacağını pek umursamışken ertesi gün yaşlı bir kralın da gelip 6 koyun karşılığı hazinenin yerini söyleyeceğini söylemesiyle uzun ve harika bir yolculuk başlar kahramanımız için. İkna olmasında şüphesiz kendisinden başka kimsenin bilmediği sırları yaşlı adamın söylemesi de etkili olmuştu. Böylelikle uzun ve harika bir yolculuk başlamıştı çoban için.Uzun ve derslerle dolu yolculuğun bitmesine az bi süre kala bu sefer de diğer romanlarda olduğu ve olması kaçınılmaz olan aşka yakalanmıştı beklenmedik bir yerde.

Vel hasılı kelam kesinlikle okunulması gereken harika bir kitap.Ve işte aldığım notların bi kısmı … Resmi tıklayıp daha rahat okuyabilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne güzel şey  Okumak demiş üstat …

AŞK

Son okuduğum kitap değil ama unutulmazlarım arasında ön sıralarda olduğu için ilk yazımı da Elif Şafak’ın Aşk kitabı hakkında yazmak istedim.Çünkü bu kitap sayesinde bir insanın “hissettiği,var olduğuna inandığı için” diyar diyar dostunu arayabildiğini gördüm.Aşkın aslında düşündüğümün ötesinde,tüm hayatını ona adayacak kadar kutsal olduğunu ve gerçek aşkın bulunduğunda anlaşılacağını öğretti büyük Aşık Şems.
“AŞK’ın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk.
Ya tam ortasındasındır,merkezinde,
ya da dışındasındır,hasretinde.”

        Aslında okuduğum kitabın kapağını buraya koymak isterdim amma velakin bana pembe kapaklısı denk geldi.O yüzden bunu paylaşayım dedim 😀

Kitap sufiliğin 4 şartı olan Toprak,Su,Rüzgar,Ateş bölümlerinden oluşmakta ve ikinci bi dilden (Ella) anlatılmakta.Kitap Aziz Zahara isimli bir yazarın Mevlana ve Şems’in hikayesini yayımcıda yeni işe başlayan Ella’ya göndermesiyle başlıyor.Bu hikayeyle mutlu olduğunu düşünen Ella da aslında mutlu olmadığını kendisini buna inandırdığını farkedip kendisini keşfe çıkıyor.Sonrasını ve daha fazlasını Elif Şafak’ın tasavvufi güzel anlatımıyla kitapta bulabilirsiniz. 🙂
Kitapta Şems’in herbiri birbirinden güzel 40 kuralıyla tam bi hayat dersi verilmekte.Bu yazıda bu kurallardan
” Ey kendisinde kaybolmuş kişi bilmezsin bedenin sana mezar olmuş,nefsini tanımadıkça,nefsin seni gömer olmuş.”
” Mevla aramakla bulunmaz,lakin mevlayı ancak arayanlar bulur.”
Bu cümlede araya giremeden edemicem 🙂 Ne güzel ne anlamlı bi söz değil mi ama .
” Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.Akıl temkinlidir.Korka korka atar adımlarını “Aman Sakın kendini.” diye tembihler.Halbu ki aşk öyle mi?Onun tek dediği:”Bırak kendini, ko gitsin!
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var! ”
” Sabır nedir? Dikene bakıp gülü,geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.”
Diyen ne de güzel demiş bu sözü.
” Bırak hayat sana rağmen değil,seninle beraber aksın.”Düzenim bozulur,hayatımın altı üstüne gelir.” diye endişe etme.Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını ? ”
” Ya aşkı öğret bana, ya da aşkın yokluğuna üzülmemeyi.”
Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün.Gerisi zaten kendiliğinden gelir.” Tam nokta atışı Üstat !
” Seni görmeden özleyen … .” Bu cümlede kendimi gördüm de yazdım. “Seni daha tanımadan özlüyorum.”
” İnanç aşk gibidir.İspat istemez.Mantıksal bir açıklama beklemez.Ya vardır. ya da yok.” Tam da bahsettiğim bu işte.

Bunlar sadece not aldıklarımın içinden seçtiklerim.Akıcı ve tasavvufi uslubuyla kitap alıp götürecek türden.

Okuyunuz Lütfen 😉

İlk yazı boyle oldu daha çok okumam ve burada paylaşmam dileğiyle buraya kadar okuduğun için teşekkürler Değerli okur .

Yazmak

” Yazmak ölümün elinden bişeyler kurtarmaktır.” Bugün bir yazıda okumuştum bunu.Yazmak gerçekten iyi hissettiriyor ve yazmamın başka nedenleri de var tabi.Herkes yazsın isterim bi köşede çünkü bazen düşünebileceğinden de fazlasıdır yazmak.Bu blogta okuduğum kitaplarla ilgili fikirlerimi ve inşaallah ileride cekeceğim fotoğrafları paylaşmayı istiyorum 😀 İsmi geçici de olsa blog kalıcı olur umarım.

Devir paylaşım devri eskiden biraraya gelinip yapılan sohbetler vardı şimdi ise birbirinden uzakta binlerce insanın paylaşımları. . Tabi hiçbirşey çayla süslenmiş bi sohbet değil.

 

1 5 6 7 8 9