Archive of ‘Genel’ category

Bilgisayar Mühendisliği Eğitimi ve Yazılım Sektörüne Dair Röportaj

 

Uzun süredir blogda yazı yayınlamıyordum. İlk fırsatta yazmak için konular belirlesem de bir türlü yazıya döküp paylaşamadım. Geçen ay Gebze Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği 3. Sınıf öğrencileri Merve, Alper ve Zehra yazılım sektörüne ve bilgisayar müdendisliğine dair bir mülakat yaptık. Dönem ödevi olarak bir akademisyen ve yazılım sektöründe çalışan bir mühendisle gerçekleştirdikleri röportajları arkadaşlarına da  sunacaklarını ifade ettiler. Benim için keyifli ve verimli geçen mülakattan sonra mülakattaki fikirlerimi düzenleyerek burada da paylaşmaya karar verdim. 🙂  Keyifli okumalar.

  1. Türkiyede bilişim sektöründeki ilerleme hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Bilişim sektörü özellikle son senelerde daha hızlı bir ilerleme kattediyor olsada ilki aslında bilişim sektöründeki ilerlemeler devletin de bu konuya eğilmesiyle başlıyor. 2003’te bilgi toplumu olmak için hükümet ve devlet destekli bir proje başlatılıyor. Bunun içerisinde  e-devlet üst başlığı altında e-fatura, e-sağlık, e-imza gibi hizmet sektörüne önemli katkılar sunan çalışmalar gerçekleştirildi. Eskiden bir randevu alacağınız  zaman hastaneye gitmeniz ve ordaki görevli memurdan almanız gerekiyordu ama şimdi telefon ettiğinizde bile randevu almanız zor, internette kendiniz randevu alın şeklinde internete yönlendirilebiliyorsunuz. Tabi sadece devlet bilişim sektöründe çalışmalar yapmadı. Özel sektörde de yapılan çalışmalar vardı, mesela ekşi-sözlük daha öncesinde oluşmuş birşeydi zaten. Kriz sonrası bankaların hızlı büyümesi ve telekom firmalarının da bilişim sektörüne dahil olmasıyla bu alandaki çalışma ve rekabet arttı. Teknolojinin hızlı gelişimi aslında bilişim sektörünün de ilerleme hızını artırdı. Teknolojinin yenilikçiliği, sektörü de yenilikçi olmaya, son teknolojileri takip etmeye zorladı diyebiliriz. Ve teknoloji tek bir koldan ilerlemiyor. Her gün yeni bir kavram, yeni bir alan açılıyor. Örnek vermek gerekirse, son yıllarda büyük veri (big data) diye  bir kavram ortaya çıktı. Bu alan ilgimi  çektiği için biraz bunun üzerinden konuşmak istiyorum. Veri(data) artık ticaret, devlet ,banka, Telekom gibi sektörler  için  çok kıymetli olmaya başladı. Bu dediğimiz sektörlerde çok fazla veri toplanıyor ve bu verilerin değerlendirilmesi gerekiyor. Bu ham haliyle kıymetsiz veriler işlenerek çok değerli bir veri haline dönüştürülebiliyor. Verinin değerlendirebilmesi için de teknolojilerden geride kalmayıp , adapte olup ve hatta daha iyi bir konumda olmak için hızlı bir şekilde öncü konumda çalışmalar yapmanız gerekiyor. Bu da en özet haliyle rekabeti getiriyor. Özetle toparlayacak olursak; teknolojideki ilerlemeden dolayı bilişim sektöründeki ilerleme Türkiye’de de gelişmekte olan ülkelerde de daha hızlı bir şekilde devam ediyor. Türkiye de buna uyuyor aslında , adapte oluyor , önce olmasa da ilerleyen teknoloji ile beraber yoluna devam etmeye çalışıyor diye görüyorum.

  1. İlk profesyonel iş deneyiminizi ne zaman yaşadınız? İlk işinizden bahseder misiniz? İlk iş gününüz nasıldı ?

Daha önce part-time yerlerde çalışmıştım ama ilk profesyonel iş deneyimim mezun olduktan bir ay sonra kurumsal bir bankada başladı. Kurumsal bir bankanın iştirakçısı olan teknoloji şirketinde ATM biriminde işe başladım. Burada genel olarak C#, MySql ve MsSql yazılımları ile transaction, raporlama ekranları geliştirdikten sonra ATM yazılımları geliştirme alanında çalıştım. Bu çalışmaların dışında ve farklı teknolojilerle yaptığımız çalışmalar olsa da genel olarak ilk iş tecrübemi bu şekilde özetleyebilirim.

Heyecan olarak ta ; stajlarınızı  özellikle  yazılım evlerinde yapmışsanız , yazılım evleri nispeten daha az sayıda kişinin çalıştığı herkesin herkesi tanıdığı, bildiği ortamlardır. Ama ilk defa büyük ölçekli, kurumsal bir firmada çalışıyorsanız ortama adapte olmanız daha uzun sürebilir. Beraber bir arkadaşla aynı gün işe başlamamdan ötürü ilk günüm kolay geçmişti diyebilirim. En azından vakit hızlıca geçip erkenden akşam olmuştu.

  1. Mezun olduktan sonra iş hayatına ilk adım attığımız adaptasyon süreci nasıl olacaktır? Sizin bu döneminiz nasıldı ?

Final dönemini aratmayacak bir süreç oluyor açıkçası, yine stres oluyor, yine çabalıyorsunuz ama sonucun ne olcağını tam kestiremiyorsunuz. Birçok yere başvuruyorsunuz , birçok yerle görüşüyorsunuz ve klasik bir şekilde biz sizi ararız diyorlar arayanlar olduğu gibi, aramayanlar da oluyor. Mezun olduktan sonra iş aramaya başladıysanız bu süreç sıkıntılı oluyor ama daha öncesinde yaptığınız projeler varsa veya çalıştığınız staj yerleri ile ilişki bağınızı koparmadıysanız bu süreç daha rahat oluyor; çünkü çalışabileceğiniz bir işiniz olmuş oluyor. İş bulur muyum bulamaz mıyım telaşından öte istediğim sektörde bir iş bulur muyum diye düşünüyorsunuz. Bu süreçte kısa sürede iş arayışınız sonuçlanmaza moraliniz bozulacak, artık olabilecek kötü  iş seçeneklerini bile değerlendirmeyi düşünmeye başlayabilirsiniz. Hangi sektörde çalışmayı düşünüyorsanız, o sektör dışında bir sektörde çalışmam diyorsanız onun temelerini 4. sınıfta aldığınız bitirme projesiden itibaren çalışmalarınızı o sektörde yapmanız faydalı olacaktır. Özellikle tavsiye ediyorum eğer IBM ya da Microsoft un yarışmaları gibi onların  üzerinden bitirme projelerinizi yaparsanız hem bitirme projesini yapmış oluyorsunuz hem de sektörde birileri ile tanışma fırsatı yakalıyorsunuz ve CV’inizde fark yaratacak bir yarışmaya dahil olmuş oluyorsunuz. İş görüşmelerinde iş tecrübeniz yoksa işverenin size sorabileceği tek şey bitirme projesidir stajlarda etkili olabilir ama özellikle sizin bitirme projenize bakarak sizinle ilgili bir fikirde bulunuyorlar. O yüzden bence şimdiden bitirme projelerini araştırın ve Tübitak ‘ın ,IBM’in yarışmalarına katılın.

  1. Sektöre ilk adımımızı attığımızda bize en büyük katkıyı sağlaması açısından hangi alana yönelmeliyiz ?

Bilgisayar mühendisleri mezunları için çok fazla alan var. Üniversitedeyken temelde 4 alan vardı diyebilirim : Yazılım, veritabanı ,sistem ve proje yönetimi şeklinde alanlarda çalışabiliriz diye düşünüyoruz ama daha sonra sektöre girince özellikle de son senelerde birçok yeni alan ortaya çıkıyor. Örneğin büyük veri(big data) , veri analitiği gibi her gün varolan  alanlara yeni bir alan ekleniyor.O yüzden Bilgisayar Mühendisliği seçeneği çok olan bir alandır. Burada kişinin kendisinin hangi alanda daha iyi olabileceğine karar vermesi gerekir diye düşünüyorum. Örneğin; döküman hazırlamaktan sıkılıyorsanız analist olamazsınız ya da iyi bir analist olursunuz belki  ama mutlu olmazsınız veya kod yazmayı çok seviyorsanız yazılımcı olmanız lazım veritabanında çalışmak beklentilerinizi karşılayamayabilir. Ya da güvenlik ilginizi çekiyordur güvenlikçi olunca o alanda daha çok mutlu olursunuz gibi. O yüzden üniversitedeyken sektörle çok ilişkili değilseniz tüm alanları bilemeyebilirsiniz ama hangi alanda daha mutlu olabileceiğinizi araştırabilirsiniz. Şu aşamada hangi alanlara yönelmeniz gerektiğini söylememiz gerekiyorsa; mobil uygulamaları , veri analitiği(bu alanla ilgilendiğim için bu alanı takip ettiğim içinde olabilir J ama şu bir gerçek ki veri(data) gerçekten çok önemli bir hale geldi), güvenlik gibi alanlar şu an  revaçta görünüyor ama teknoloji çok hızlı geliştiği için alanların revaçta olma durumları her an değişebiliyor.

rop

  1. Yeni mezun olan arkadaşların şirket kurup risk alması ne derece önemli sizce , Bu konuda onlara ne tür önerileriniz olabilir?

Eğer gerçekten fikrinize inanıyorsanız ben bunu yaptım (veya yaparım) ve satarım diyorsanız çok mantıklı bir karar vermiş olursunuz. Neden? Çünkü başka bir firmaya girdiğinizde  8.00-17.00 arası o firmanın  işini yapmak zorunda olucaksınız ve hiç mesai yapmasanız bile  8.00-17.00 arasında o işle uğraşacak haliyle yorulacaksınız eve geldiğinizde kendi fikirleriniz üzerinde  düşünmeniz gerekecek buda son derece yorucu olacaktır. Sonuçta akan bir hayat ve sosyal bir hayatınız var. Yani  başka firmada çalışıp bir yandan  kendi firmamı kurayım, kendi fikrim üzerinde çalışayım dediğinizde bu zor olacaktır. Mezun olur olmaz bir firma açayım dediğinizde de sonuçta bu firmanın vergisi olacak, çalışanı olacak yani bir sermaye elinizde olması gerekiyor ve günümüz şartlarında az bir sermaye ile firma kuramıyorsunuz ama bedavaya firma kurabiliyorsunuz. Bu nasıl oluyor? Şu an birçok girişimciliğinizi(proje) verdiğinizde sadece bakanlığın bile verdiği destekler var ve  buna Teknoparkların,Tübitak desteklerini de ekleyebiliriz. Bu şekilde girişimleriniz varsa birçok yerden destek alabiliyorsunuz bu yerde(mekan) olabilir parasal da olabiliyor  yoksa diğer şekilde firma kurma süreci sıkıntılı bir süreç olucaktır. Eğer mezun olur olmaz  firma kurma gibi düşünceleriniz varsa bu tür girişimcilik desteklerini araştırmanızı tavsiye ederim ve eğer mezun olur olmaz  sektörde tanıdığınız veya  çevreniz de yoksa bu durumda tabi baya bi deli yürek(cesaretli) olmanız lazım J.Bu tür girişimlerde bulunmak gerektiğine inananlardanım yani kendini garantiye almak biraz da standart bir hayat yaşamak demektir her ayın 1’in de maaşınızı alırsınız , standart bir hayatınız olur ama sürekli aklınızın bir kenarında  firma açsa mıydım sorusunu atmak için girişilebilir  fakat dediğim gibi üzerinde iyi düşünülmesi gerekir.

  1. Mezun olduktan sonra akademik anlamda eğitim görevlisi olmak ya da özel sektöre atılım konusunda bize ne gibi önerileriniz olucaktır? Akademisyen olmayı hiç düşünmüş müydünüz ?

Lisans’tan mezun olduktan sonra daha da üniversiteye adımımı atmam diyenlerdenim. Belki hiçbir öğrenci çalışmayı sevmez ama ben hiç sevmem J J Çalışmayı severim ama ders çalışmak veya sınavı geçmek için çalışmayı hiç sevmezdim. Eğer kendim okuyacaksam bu  belki hoşuma gider veya ilgimi çeken bir konuda çalışmak hoşuma gider ama sınavlar ve stresi  deyince  ben bunları yapamam tekrar bu stresi kaldıramam diye düşünüyordum(yordumJ)  ama şuan Yüksek Lisanstayım ve teze başladım. İnsan, kendisini planladığının çok tezatını yaşarken bulabiliyor. Bazıları gerçekten ders çalışmayı çok sever işte o insanların akademiye yönelmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer gerçekten ders çalışmak, araştırmalar yapmak, makale yazmak , tez yazmak , birilerine birşeyler öğretmek sizi mutlu edecekse gördüğüm ve gözlemlediğim kadarıyla akademik dünya sizin için çok güzel bir seçenek olacaktır diye düşünüyorum. Eskiden maaşları düşüktü o yüzden pek seçenek haline gelmiyordu düşünüldüğünde tamam gider mühendis olurum belki biraz daha stresli olurum , belki daha çok çaba sarfetmem gerekiyor  ama iyi bir karşılığını alırım düşüncesi vardı ; ama  gördüğümüz gibi son senelerde de  akademik dünyasının maaşlarında da bir iyileştirme yapıldı onun dışında kendilerine vakit ayırabiliyorlar sektördeki gibi 8.00-17.00 gibi bir çalışma durumları yok. Akademisyenler de  biz çok çalışıyoruz diyorlar ve haklılarda ama en azında 8.00-17.00 arasında sürekli çalışmaları  gereken bir iş değil , yani o stresi yaşamamazlar akademide çalışmanın böyle avantajlı yanları var. Bu yüzden eğer  araştırmayı seviyorsanız,bir şeyleri öğretmeyi gaye edindiyseniz iki kişinin daha hayatını kurtarayım bir yerlere gelsinler diye düşünüyorsanız akademisyen olun. Çünkü mühendisin en güzel  ürünü yazılım olurken , akademisyenin en güzel ürünü yetiştirdiği öğrencisi oluyor ve insanlar yetiştiriyorlar. Herşeyden önce çok  kıymetli bir şeydir bu. Ve gerçekten hakkını verebiliyorsanız , öğrenci yetiştireceğim mantığıyla yaklaşıyorsanız  akademik dünyada kariyer yapın yoksa rahat diye akademiye geçip te öğrenciye PowerPoint Sunumundan  ders anlatıyorsanız bu hiç hoş olmaz o zaman akademiye geçmeyin derim. Bu tür sebeplerden dolayı akademisyen olmayı hiç düşünmedim ve halen de düşünmüyorum açıkçası bana hiçbir zaman cazip gelmedi.

  1. Yüksek lisans yapan ve lisans eğitimi alan mühendis arasında ne gibi farklılıklar var? Bize Yüksek lisans eğitimini almayı tavsiye eder misiniz?

Evet fark var ve kesinlikle yüksek lisans yapın derim. (Ben profesör’de olun derim J ama söylemek kadar kolay değil tabi J). Kariyer adımlarında yüksek lisans destekleyici bir basamak olabiliyor. Özellikle yönetici pozisyonlarında buna çok dikkat ediliyor diye biliyorum. Eğer iki aday ve bir koltuk varsa tüm parametrelere bakılıyor ve bu parametreler arasında yüksek lisans ve doktora olması da önemli bir kriter. Bunun dışında Bilgisayar Mühendislerinin çoğu İşletme, MBA, Ekonometri gibi branşlarda yüksek lisans yapıyorlar. Açıkçası, Bilgisayar Mühendisi olupta Bilgisayar Mühendisliğinde yüksek lisans , doktora yapmayı pek anlamlı bulmuyorum. Yazılımcı ya da  mühendis olarak başladığınız iş hayatınızın  ilerleyen senelerinde yöneticilik gibi pozisyonlarda çalışacaksınız. Burada teknik bir eğitim almış olan eğitimin sosyal alandaki yeterlilikleri de devreye girecektir. Yüksek lisans’ın kişisel gelişim ve kariyer açısından faydalı, avantajlı olduğunu düşünüyorum.

  1. İş hayatına ilk adımımızı attığımızda küçük bir şirket ile büyük bir şirketin bünyesinde yer almanın bize ne gibi avantaj ve dezavantajları olacaktır ?

Bu soru kendime en çok sorduğum sorulardan biriydi. Yazılım evleri diye tanımladığımız küçük işletmelerde başlarsanız az çalışan olmasından dolayı çok iş olacaktır. Her işi aynı teknoloji ile yapmazsınız yani daha çok çalışmanız ve daha çok farklı farklı teknolojileri bilmek zorundasınız. Örneğin; Ben C# biliyorum yazılım evlerinde sürekli bunu yazarım derseniz işveren açısından bu pek kabul görülen bir seçenek değildir. Kurumsal firmalara gelince bu tür firmalara girdiğinizde zaten sizi bir ekibe alırlar ve bu ekibin standartları , kullandığı teknolojiler vardır siz sadece bu teknolojileri kullanırsınız. Bunun dışında   araştırmacı bir kimliğiniz varsa  teknolojiler nasıl ilerliyor , ne çalışmalar yapılıyor  diye araştırırsınız, takip edersiniz ancak işinizde kullanmanız pek mümkün olmayabilir. Ama yazılım evlerinde teknoloji kullanımı açısından daha esnektir. Bir gün bir iş gelir C# la yapmanız gerekebilir başka bir gün işte Matlab’la  ya da Delphi ile  yapmak isteyebilirsiniz. Şu bir gerçek ki yazılım evlerinde çalışmak farklı teknolojilerden haberdar olma ve bunları öğrenebilme-kullanabilme durumunuz olabiliyor fakat kurumsal bir firmada evet yine bütün teknolojilerden haberdar oluyorsunuz ama bunların hepsini öğrenebilme-kullanabilme durumunuz olmuyor. Kurumsal bir firmada çalışıyorsanız yapacağınız iş, o işin yapılma şekli, kullanacağınız teknoloji , kullanacağınız bilgiler belli  olduğu için bütün teknolojileri kullanabilme durumunuz(şansınız) olmuyor. Yani farklı  teknolojileri öğrenerek  gerçek anlamda mühendislik yapmak  istiyorum diyorsanız  bu sefer maaş konusunda  bir engel çıkıyor ;çünkü yazılım evleri ile kurumsal firma arasında maaş olarak çok fark oluyor. rakam vermek gerekirse örneğin; yazılım evlerinde iki binle (2.000) başlıyorsanız kurumsal firmada üç binle (3.000) başlayabiliyorsunuz. Bu maaş farkındaki uçurum  bazen düşebiliyor bazen daha da açılabiliyor. Sonuç olarak bu iki tür şirketin bünyesinde çalışmak hakkında  karar verirken iş hayatından beklentiniz nedir ? sorusuna net bir cevap vermeniz gerekiyor.

  1. Dünya piyasalarında yazılım sektörü çok büyük bir paya sahip olasına rağmen ülkemizde sahip olduğu pay çok düşük bir rakamda. Ülkemizin yazılım sektöründeki geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Aslında bir çok sektör gibi yazılım sektörünün geleceği de ülkenin geleceğiyle doğrudan ilişkilidir. Ülkenin ekonomisi ,gelişmekte olan ülkeler arasında mı yoksa teknolojiye öncü olan ülkeler arasında mı gibi soruların cevapları tüm sektörlerin geleceğini de gösteriyor. Maalesef teknoloji , dolayısıyla yazılım sektöründe öncü olmaktansa daha çok gelişmeleri takip eden bir konumdayız. Yazılım sektörüne bilgisayarın tarihçesinden itibaren baktığımızda bi 50-60 senelik ABD’de doğan bir güneş var , teknolojiyi sürekli onlar ilerlettiği için ilk memba(kaynak) orası olduğu için onlar öncü oluyor buna Japonya ,Rusya ve Almanya’yı da ekleyebiliriz ama son senelerde bizde de gelişmeler görülmektedir. Örneğin; Geçenlerde Amerika’daki bir sağlık girişiminde girişimi desteklenmiş ilk kişi bir Türk girişimci şeklinde bir haber okumuştum. Bu firmanın hiyerarşisine , çalışanlarına baktığınızda birçok Türk var ; bunun gibi Silikon Vadisinde de  Türk çalışanlar var. Artık Türkler de bu alana yönelmeye başlıyor  mesela  şuan ilköğretimde  kodlama dersleri verilmeye  başlanacak. Bu öğrencilere bir bilinç düzeyi  getirecektir. Teknoloji okuryazarlığı artmakta olan gençliğin bu alana yönelmesi de bu sektörde daha fazla çalışma yapılacağına inandırıyor.  Baktığımızda teknolojinin geleceği zaten parlak ve teknoloji artık çok hızlı ilerlediği için istemeseniz bile, dünyadan soyutlanmış bir ülke olsanız bile eğer birşeyler  üretecekseniz her türlü teknolojiye ihtiyaç duyarsınız. O yüzden bizim ülkemizde de yazılım sektörünün geleceği parlak olacaktır; çünkü insanlar işlerini teknoloji üzerinden yapacaklardır dolayısıyla teknolojide  yazılım sektörünü besleyecektir. Evet yazılım sektörünün geleceği parlak olacaktır ama ne kadar hızlı olacağını önümüzdeki yıllar gösterecektir.

  • Türkiye’de Bilgisayar Mühendisliği eğitimi ile ilgili sektörün beklentileri nelerdir? Eğitimin yeterli düzeyde olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır! Eğitimin yeterli düzeyde olduğunu düşünmüyorum ,aslında sadece düzey değil içerik ve planlamala ilgili de sorunlar olduğunu düşünüyorum. Örneğin yazılımcı olmak isteyen bir öğrenci lisans eğitiminde Mikroişlemciler veya Lojik dersinin temelini öğrensin ama bu dersler ile sık boğaz edip Java’yı aşağıda tutmak veya C# ‘ı göstermemek  veya bir veritabanı düşünen öğrenciye  Oracle SQL’i gösteriyorsanız bunu sadece Select Query’si ile  sabit tutmak bu alanları düşünen öğrenciler açısından son derece sıkıntılı bir durum. Gerçi bunun yapılması zor veya  şu an  üniversitelerde olan bir şey değil ama üniversitelerin sektörün ihtiyaç duyacağı alanlara göre öğrenci  yetiştirmesi  gerektiğini düşünüyorum. Örneğin; veritabanı alanında öğrenci yetişriyorsa bu alanda yetiştiripte öylece piyasaya sürmesi lazım  ve bu öğrenci piyasaya çıktığında işte ben bu alanda eğitim aldım , şu şu projeler yaptım bu konuda bilgi sahibiyim diyebilmesi lazım ama şu aşamada gördüğüm kadarıyla proje yönetimi, network , sistem güvenliği , yazılım , donanım ,… alanların hepsi aynı anda verilince öğrenci adeta overload (aşırı yükleme) oluyor. Sanırım üniversiteler  öğrenci mezun olmadan ne kadar çok alan verirsek  o kadar iyi düşüncesinde oysa mühendislikte algıyı düşünmek lazım yani normal bir ders gibi değil , yani en iyi çözüme yaklaşabilmek için  beynin biraz daha kullanılması(motorun yanması) gerekir. Çünkü mühendislikte bir problemi çok farklı yollardan çözebilirsiniz ama en iyi ,en performanslı ,en doğru  çözümü bulmak için biraz daha farklı düşünmek gerekir. Yani üniversite öğrencilere üstünkörü bütün alanları vermektense sektörden , sektör bilgisi iyi olan öğrencilere sektöre dair bigiler veren bir hocayı getirtip öğrencileri sektöre hazırlaması  gerekir. Zaten siz üniversiteyi okurken sektörden biriyle görüşmediğiniz için üniversite  de sizi sektöre hazırlamadığı için  sadece eğitim almış oluyorsunuz ,öğreniyorsunuz. Aslında bu kopukluğu kırmak için de Teknoparklar var. Teknoparkların çıkış amacı da budur yani teknoparklar hem küçük ölçekli firmalara yardımcı oluyor hem de üniversite ile sektör(piyasa) arasında bir köprü oluyor. Daha doğrusu amaçlardan bir tanesi de bahsettiğimiz köprü göreviydi ama bu amaç gerçekleşiyor mu noktasında açıkçası emin değilim.

  • Sektörde çalışmayı düşünüp iyi bir kariyere sahip olmayı hedefleyen bilgisayar mühendisi adaylarına ne tür nasihatlerde bulunurdunuz iş hayatına dair önerileriniz nelerdir ?

Derslerde kapsamlı olmasa bile teknolojileri görüyorsunuz bu teknolojileri tam öğrenmeye çalışın. Dersi geçeyim hoca şuralardan sorar şeklindeki yaklaşımdan ziyade ürün geliştirmeye  çalışın , çünkü ürün somut bir şey oluyor. Siz bir firmaya gittiğinizde yağtığınız bir web uygulamasını gösterip şurda şu var burda bu var demek işte şöyle bir çalışma yaptık şu teknolojileri kullandık demekten çok daha öte bir şeydir. Sonuçta bir projede çalışmış ve ürün çıkartarak sonuca getirmişsiniz. O yüzden ürün yapabiliyorsanız ki şu aşamada web’te , mobil’de , veri madenciliği’inde ürün geliştirmek çok kolay ;ürün geliştirmeye çalışın ve kendinizi geliştirin örneğin; daha çok araştırın , alanınızla ilgili seminer ve konferanslara katılın ,İngilizcenizi olabildiğince çok geliştirin çünkü farkedildiği üzere bilgisayar mühendisliği ile alakalı  Türkçe kaynak bulmak oldukça zor hatta neredeyse yok(Bi Türkçe kaynak diyebileceğimiz Yrd. Doç. Dr. Şadi Evren ŞEKER bilgisayarkavramlari.com var J). Girişimleri takip etmeye çalışın  kim ne yapıyor , sektör nereye gidiyor, hangi teknolojiler revaçta, işe girerken hangi teknolojiler işime yarar gibi soruları cevaplandırın. Bunun dışında yatırım alabiliyorsanız yatırımlık projeler yapmaya çalışın, yaptığınız her bir ürünü bir yere dayandırmaya çalışın. Örneğin bitirme projesi yapıyorsunuz zaten yapacaksınız neden bunu bir yarışmaya sunmayasınız ,sektörden kişiler ile network’unuzu artımaya çalışın; çünkü bazı büyük firmalar genelde kendi içerisinden CV’ler alıyor. Sektördeki ağınızın geniş olması demek CV’inizi gönderebileceğiniz daha fazla kişi demektir. Bunu menfaatçi duygular ile söylemiyorum. O insanlar size ilham da olabilirler bu açıdan network’unuzu geliştirin.

Sorunun ikinci kısmında ise iş hayatında farklı kişilerle çalışacaksınız. Üniversitede kendi arkadaş grubunuzu seçebiliyorsunuz o insanlarla takılabiliyorsunuz ama iş hayatında böyle bir seçeneğiniz yok. Türkiye büyük bir ülke ve bu ülkenin farklı farklı yerlerinden gelmiş farklı kültürdeki insanlar ile çalışabilme ihtimaliniz var. Bu yüzden sıkıntı yaşamamak adına  sosyal ilişkilerinizin iyi olması gerekiyor yok işte ben istemesem bunlarla takılmam gibi bir lüksünüz yok, çünkü o insanlarla iş yapmak zorundasınız. Birde teknolojileri takip etmek sizin açınızdan faydalı olucaktır. Kısaca iş hayatına dair size verebileceğim tavsiyeler bunlar.

 

 

Bu yazıda üniversite ve bir sonraki adımı olan sektör hakkında fikirler içerdi. Bu ilişki açısından bu yazı bana daha önce lise ve üniversite arasındaki farklı yazdığım bir yazıyı hatırlattı. Okumak isterseniz bonus olarak o yazı : Fark Var

Google Yeni Arama Algoritması

En çok kullanılan arama motoru Google, 21 Nisan’dan itibaren arama algoritmalarında radikal bir değişime gidiyor. Deep Link isimli yeni algoritamsı ile artık aramada kullandığımız anahtar kelimeler eskisi kadar önemli olmayacak.

Yeni algoritma Deep Link’e geçmeden önce şu an ki arama algoritması ve bu algoritmayla sitelerin üst sıralarda gözükmesi için dikkat edilen kriterlerden bahsetmek istiyorum.

Geniş bir bilgi kaynağı olan İnternette arama yaparken kullandığımız Anahtar Kelimelere göre sonuçlar getiriliyordu. Ancak artan veriler sebebiyle istediğimiz sonuçları bulabilmek için vakit alıcı bir araştırma  yapmamız gerekebilir. Örneklememiz gerekirse  Google’da ‘İstanbul’ diye arattığımızda bir çok sayfa gelecektir. Bunu ‘İstanbul gezilecek yerler’ diye özelleştirdiğimizde gelen veriler azalacaktır. Ancak gelen sayfalar arasında hit için düzenlenmiş gereksiz sayfalar da yer alacaktır. Yeni algoritma ile aramalarda karşımıza çıkan alakasız sayfalar elenecek ve son kullanıcıya veriler içerisinden en fazla doğrulanan veriler gösterilecek.

Şöyle özetleyebiliriz: Google Bunu mu demek istediniz ?  sorusunu algoritmasına da entegre ederek  ANAHTAR KELİMELERDEN SORULARA geçiş yapıyor .

Sloganlaştıracak olursak  : Ask me answered to you.  🙂

Arama Kriterleri:

Google şu anda  arama sonuçlarını sıralarken bir çok farklı kritere bakıyor. Bir sitenin aldığı link sayısı, SEO bilgileri, içeriğin tıklanma sayısı ve içeriğin özgünlüğü gibi kriterler sitenin öne çıkmasında etkili.  Hepsinin içerisinde en öncelikli olanı bir sitenin aldığı link sayısı.

facts

Yeni algoritma ile linkler değil bilgi doğruluğu esaslı ‘fact based ’ yönetmini uygulayacak.  Bu yöntemle içerik Google tarafından geliştirilen Bilgi Tabanlı Doğruluk(Knowledge-Base Trust) skoruna göre sıralanıyor. Bu sıralama sonucu skoru yüksek olan veriyi Google Bilgi Kasası’nda (Knowlege Vault) doğru veri olarak kabul ediyor. Ve sitelerin önde çıkmasında bu skorlar esas alınıyor. Şöyle de denilebilir. İnternet bilgi denizinde en çok yer alan bilgi doğru bilgi olarak kabul edilecek.Bundan sonra sıralamalar sitelerin bu içeriği bulundurup bulundurmamalarına göre  değişecek. En çok tıklanan değil, ‘en doğru bilgiyi veren’ siteler arama sonuçlarının üst sıralarında çıkacak.   Burada şöyle bir düşünce akla geliyor. Peki en çok yer alan bilgi yanlış bilgiyse ?

 

Yeni algoritmanın getirdiği bir yenilik de Mobil Siteleri sıralamada üste çıkaracak olması:

Bu yenilik ile şimdiki sıralamalar değişecektir. Mobil uyumlu olmayan siteler sıralamadan gerileyecektir.  Bu sebeple responsive temalar daha kıymetli hale geleceklerdir.  Sitenizin mobil uyumlu olup olmadığını linkten kontrol edebilirsiniz.

https://www.google.com/webmasters/tools/mobile-friendly/

Arama Sonuçlarında Ön Plana Nasıl Çıkılır?

  • Mobil uyumluluk oldukça önemli. Bu güncellemeyle birlikte mobil uyumlu sonuçlar daha önde listelenecek.
  • Farklı sonuçlar elenecek. Bunu da konuyla ilgili internette daha önceden var olan dataları esas alarak yapacak.   Deep link güncellemesiyle birlikte aranan sorguyla alakasız içerikler elenecek.

Özetleyecek olursam;

Artık en çok bulunan – doğru – veri üst sıralarda yer alacak. Keywordler yerine sorular üzerinden bir arama tercih edilecek. Ve en önemli değişikliklerden birisi de mobil uyumlu sitelerin daha önemli bir hale getiriliyor olması.
Kaynaklar : http://www.techinside.com/googlein-yeni-algoritmasi-ve-dusundurdukleri/

 

 

Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk

Hikayesi Kanuni’nin Bağdat’a fethetmesiyle başlayıp Osmanlı’nın son dönemlerine kadar süren bir kitap Babilde Ölüm İstanbul’da Aşk.Roman en güzel günlerini yaşayan Osmanlı’nın ihtiyarlaşıp ölüme gün saydığı donemlere tanıklık ediyor.Kanuni’nin Bağdat’ı fethetmesi günün tek önemli olayı değildir şüphesiz.Bir taraf Fethi sevinc çığlıklarıyla kutlarken hemen yanı başlarındaki kütüphanede Fuzuli bir aşk hikayesinin temellerini atıyor.Tarih uzmanı olan kütüphane görevlisi Hileli Mehmet Efendi(Fuzuli)’ye bir hançer hediye eder.“Ölmesini bilenler için hançer hayat demekir; ve aşkı bilen biri için yedi gerçek sır vardır, ona sahip olan dünyaya hakim olur”diyerek hançer’i Fuzuliye verir.O gece sadece Bağdatın kapıları açılmamıştır Osmanlıya Fuzuli’ye verilen hançer Leyla ile Mecnun’un kapısını da açacaktır Anadolu’ya.
Tam o sırada Kanuni’yi temsilen gelen vekil Fuzuli’yle tanıştıktan sonra onu evinde yapılan sohbetlere davet eder.Bu sohbetlerde Arap edebiyatında hikayeler şeklinde anlatılan Leyla ile Mecnun destanının anadolu da okunması için Fuzuli’den bu destanı yazması istenir.Sonrasında araştırmalar için kütüphaneye giden Fuzuli kütüphane görevlisinin başkaları tarafından da sorulduğunu ve öldüğünü öğrenir.Bunlardan şüphelenen Fuzuli hançeri tekrar incelediğinde şifreli yazıların olduğunu görür.Araştırma yaparken Babil Cemiyeti(BC) denilen bir cemiyeti öğrenir ve bunların 7 sırrını Leyla ile Mecnun mesnevisinde şifreleyerek saklar.BC başta bilimsel araştırmalar yaparak insanlığa yararlı olmak için kurulmuş sonrasında siyasi amaçlar ile kirlenip kendi çıkarlarını düşünen bir cemiyettir.Üyeleri arasında Hürrem Sultan,Şah İsmailin adamları ve İbrahim paşa gibi devletlerin üst düzey yetkilileri de vardır.Roman kitabdaki şifreleri çözmeye çalışan BC üyeleri ile kitabın kıtalarca sürdürdüğü yolculuğu anlatıyor.Bu yolculukta şairlerden,devlet adamlarına,papazlardan hırsızlara kadar bir çok kişinin eline geçiyor kitap. Kitapta Osmanlı’nın en huzurlu ilerleme yıllarından isyanların başladığı ilk defa dış borcun alındığı gerileme dönemlerine dair bilgi edinmek te mümkün.

Kays’ın diliyle yazılan kitap kimini dost edinip sırrını paylaşıyor.Kimisinde Leyla’sını görüp aşkı tekrar yaşıyor.”Ona aşk nedir diye sorsalar,tek bir cevap veremeyecek kadar aşk içindeydi.”diyerek aşkı betimliyor Leylalardan birisi.Eski günlere özlem duyan Leyla “Keşke hiç büyümeseydik Kays! Kuzularımız hiç büyümseydi keşke ey vefasız sevgili!” diyor Kays’a yakınırken.Bir başka yerde “Zaten aşk ile gizliliğin yan yana bulunması dikkat çekmezdi.Çünkü gerçek aşk,gizli olandır.” diyen Kays sayfalar sonra “Aşkını gizli tutan aşık elbette açıklayandan üstündür “ diyerek aşkın gizli kalmasının kıymetine değiniyor.Sonlara doğru “Hatta,aşıkların gamının ve kederinin de gizli olması gerek” diyerek söze hakkını vermiştir.

Belki de bugunleri düşünerek “insanlar birbirlerine aşık gibi davranmaktan aşkın ne olduğunu ve aşkın felsefesini anlamaya fırsat bulamıyorlardı.” diyor yazar.

Kitap yazarın okuduğum okuduğum diğer kitaplarıyla kıyaslandığında daha sonuk bir anlatım ve kurguyla tasarlanmış ama hikaye sağlam.Yine de divan edebiyatını tanıma açısından güzel bir eser .

Okula Dair

Hafta içi itibariyle okul hayatimdan mezun olunca egitim hayatim üzerine bir yazi dizisi yazmak istedim.17 senemi geçirdigim egitim-ögretim dönemim ile ilgili fikrilerimi paylasmanin yanisira bir amacim da unutulmaya yüz tutan hatiralarimi canlandirmak.Egitim-ögretim yili denilerek egitimin ögretimden önce zikredildigi egitim sistemimizin islenilirligi de maalesef egitim esasli.Sürekli egitilir ögrenciler;o yuzdendir ki ögrenme biraz geride kalir.Ülkemizde milli egitim bakanlari da dahil herkesin elestirdigi egitim sistemimiz üzerinde sürekli degisiklikler yapilan bir sistemdir.Daha çok dene ve gör temelli yapilan uygulamalar bir turlu tatminkar sonuçlar vermediğinden her yeni donemle birlikte yeni uygulamalar getirilmektedir.

Bu yazidaki amacim tabi ki de egitim sistemini irdelemek degil.Mini mini birler çaliskan ikiler diye tekerleme yapilan o güzel yillardan bahsetmek amacim 🙂 Sıralara oturunca ayakları yere yetişmeyecek yaşta okula baslamis olsam da daha erken baslamayi isterdim.Tabii o zamanlar anaokulu da olmadigindan birden bire kendimizi kara tahtada yazılanları deftere defalarca yazarken bulduk.Her sabah uslu çocuklar olarak andimizi okuduktan sonra basliyorduk türkçe defterine düz çizgiler çizmeye.Ancak düz çizgi çizmeyi de beceremiyoduk ya hu 🙂 Böyle geçen ilk senenin ardindan egitim sistemimizin hiç sevmedigim yönüyle tanisiyorum:EZBER .Önce çarpim tablosu sonra istiklal marsi ve akabinde Gençlige Hitabe ! Kadro atanmamasindan yetersiz sayıda öğretmen olmasından dolayi teneffuslerimizde ders saati süresindeydi.45 dk ders arasinda zaten hazir olan takimlarla yarım saatlik maçlar yapardık.Kural belli 5 te devre 10 da biter zaman kalırsa uzatmalar.2.sınıfta okul adına yapılan tek düzenli uygulamalar resmi günlerin kutlanmasıydı .

Sonra ki sene yeni atanan idealist öğretmenimizin de tesvikiyle hzılıca okumayi ögrenmis olmanin verdigi güvenle okuma yarismalari yapiyoruz aramizda.Rekorum dk da 137 kelime olarak kalmis aklimda.Çocuk aklimizla basit metinleri seçerek uyaniklik yapardik ögretmenlerimize.Tekrarlı metinler ilk seçtiklerimizdi 🙂 İlk olarak üçüncü sınıfta başlamıştı öğretmenimiz tarafından ödüllendirmeler.İlk ezberleyene kalem en çok kelime okuyana renkli boya falan.Ezber yarismalariyla kazandigimiz renkli boyalardi egitime dair mutluluklarimiz.“3.sinifa kadar ögretilen Hayat Bilgisi dersinin yerini 4. sinifa gecince Fen ve Sosyal Bilgiler dersleri almisti.Ve bir daha hiç bir zaman Hayat’a dair bir ders olmayacakti müfredatta.” Artan derslerle beraber ögrenciler ‘ONUR’landirilmaya baslanmisti onur ve tesekkür belgeleriyle.

Sonra okul degisti ve beraberinde önlükler.Ama ortaokula geçişteki en büyük degisiklik Ögretmenlerimizin birden Hocaya dönüsmesiydi.Sahi neydi bunun sebebi ?

Sonrasinda hoş bir rekabeti en güzel hissettigim 6.sinifta,sadece ders degil sanatla da ilgilenen arkadaslar vardi.Tatli rekabeti andiran bilgi yarismalari hirslandirirdi bizi.Bu seneye dair güzel anilarim çoktur.Simdi hatirlayinca bile tebessüm kapladi yüzümü 🙂 Sonraki sene tasimali egitimin olmamasindan kaynakli yatili yurda kayit olupta bi gece kalıp sonra eve dönmem de gurbetle ilk tanışıklığımdı.8.sınıfa dair anlatacak çok şeyim olmasına rağmen burada yazabileceğim yegane şey hocamızın biz 3 arkadaşı çağırıpta LGS sınavına girmemizi tembihlediğinde benim diğer iki arkadaşımın aksine karşın başarısız olma ihtimalini göze almayıp reddeşimdir.

Okul hayatı çocukluk ve gençliğimizin tamamına yakınını kapsadığından çok güzel anılarımızın da olduğu bir dönemdir.Varsa sizin de o gunlere dair söylemek istediğiniz birşeyler yorumlar kısmında yazarak ilkokul ve ortaokula dair bir yazı yazarken bunları da yayınlamak isterim.

Buraya kadar okuduğun için teşekkürler Okur ..

Tarık Tufan – Hayal Meyal

Anna yazısıyla ben de hayranlık uyandıran Tarık Tufan’ın okuduğm ilk kitabıydı Hayal Meyal.TV programındaki samim tavrı ve bir söyleşisinde karşılaştığım esprili tavrının da etkisiyle bir an önce kitaplarını okumak istediğim bir isimdi Tarık Tufan.Kitaplarını araştırdığımda Hayal Meyal ile başlamaya karar verdim.

Tarık Tufan’ın yalın üslubu ve hikayeyi olaylar zinciri şeklinde anlatması kitabın okunulurluğunu arttırıyor.Haikayeye gelecek olursam;ruhsal sorunları olan bir gencin dilinden gencin İlknur’a aşık olup olmadığının kafa karışıklığı içinde anlatılıyor.Kitabın başında kanser hastası olan genç,hastalığının bir çaresi olmadığını anlayan yaşadıklarını yazıyla anlatmak ister.Bunu “…sayfaların her söze tahammül edenşefkatli bayrağına bırakayım acılarımı. …” dizeleriyle anlatır.Ve hikayeyi en baştan anlatmaya başlar;yazarak bir kere daha yaşar hikayeyi hayal meyal hatırlayabildiği kadar.İlknur’la nasıl tanıştığı mahallelinin mahallenin bu iki gencini birbirlerine yakıştırdıklarını ve en sonunda babasının da ‘isteği’yle nişanla mahallenin onaylayıp ailelerin istediği bu yakıştırılma küçük bir törenle resmiyete dönüşür.Sonrasında daha çok biraraya gelen gençler birbirini tanımaya başlar ve tanıdıkça genç İlknurla mutlu olamayacağını hissedip İlknur’dan ayrılmaya karar verir.Bu zor kararı İlknur’u soyledikten sonra İlknur’dan uzun süre haber alamaz ve daha sonra evden kaçtığını öğrenir.O da bir süre sonra işini bahane ederek ailesinin yanından ayrılıp istanbul’un anadolu tarafına taşınır.Ve hikaye bu olay çerçevesinde şekillenerek devam eder.
Kitapta geriye kalan en önemli bölümün gencin uzun süre sonra ilk defa İlknur’la görüştükten (hayal ettikten) sonra İlknur’u sevebileceğini düşünüp eskiden yaşadıklarından dolayı pişmanlık duyması ..

“Bazı sorulara verilebilecek cevapları tümü insanlar için yaralayıcı ve hatta öldürücüdür.

XML -eXtensible Markup Language

XML (eXtensible Markup Language – Genişletilebilir İşaretleme Dili), W3C tarafından tanımlanmış kişilerin kendi sistemlerini oluşturabilecekleri esnek ve kolay uygulanabilir bir meta dildir.Veri depolama ve transferi için tasarlanmıştır.HTML’in de tasarımcısı olan Tim Berners Lee tarafından tasarlanmıştır.
Burada kısaca Markup Dilleri açıklarsak;Markup Diller verilerin etiket denilen işaretlerle belirtilirler.HTML Tagleri bunlara örnektir.<br>,<p>,<div> … gibi.
XML veritabanında “Sunucu” gerekmemektedir.Bu yönüyle javascript’e benzeyen XML veri işlemlerini HTML etiketlerine bağlayarak esnek ve kullanıcının istediği şekilde tanımlayabileceği program kodlarına izin verir. HTML,JavaScript ve XML birbiriyle ilişkilidir.Örneğin XML’de data depolama ve transferi gerçekleştirilirken HTML bu datalar üzerinde işlem yapar. Birnevi XML datanın ne olduğuyla ilgileniyorken HTML bu dataların nasıl göründüğüyle ilgilenir.XML datayı HTML dosyasından ayrı bir şekilde depoladığı için HTML dosyamızdaki dinamik verileri kullanmamız daha kolay olacaktır.Çünkü HTML dosyasında yapılan her değişiklikten sonra verilerin değişmesine engel olur.Ayrıca datalar XML dosyaları olarak text formatında depolandığı için veri paylaşımı da kolay olacaktır.XML’de veri depolanması text formatında olduğu için yeni sistemlere gecis yapıldığında datayı yeni sistemlere yüklemek kolay olacaktır.

Genel bir şekilde XML’i özetlersek;
XML HTML gibi bir işaretleme dilidir.
XML datayı taşımak ve depolamak için tasarlanmıştır.
XML de önceden tanımlı tagler yoktur;kullanıcı tanımlar.
XML herhangi bir verinin biçimlenmesi,tanımlanması için kullanılan bir teknolojidir.
XML verileri standart bir şekilde tanımladığından web’te veya herhangi iki sistem arasında taşınması ve paylaşılması kolaydır.

XML kodları herhangi bir text editorunde yazılabilir.Önceden tanımlanmış XML tagleri olmadığı için kodu yazan istediği gibi taglere isim verebilir.Basit bir gösterimle örneklendirecek olursak ;

[php]

<BOOK>
<TITLE>SIMYACI</TITLE>
<AUTHOR>Paulo Coelho</AUTHOR>
<PAGE>166</PAGE>
<PRICE>17 TL</PRICE>
</BOOK>

[/php]

ITIL Başlangıç – COBIT

Control Objectives for Information Related Technology kelimelerinin kısaltması olan COBIT  Bilgi ve İlgili Teknolojiler için Kontrol Hedefleri anlamına gelmektedir. COBIT in amacı Bilgi Teknolojileri yönetiminde ulaşılması gereken sonuç,hedeflere ulaşılmasında çözümler sunmaktır.

Kısaca tarihi gelişiminde bahsedecek olursam;Misyon olarak yönetici,denetleyici ve kullanıcıların Bilişim Teknolojileri öğrenmede ve sirket için gerekli güvenlik ve kontrol ihtiyaçlarını düzenlemek için yararlanmasını benimseyen Cobol ISACA ve ITGI tarafından geliştirilen ilk sürümünü 1996 yılında yayınlamıştır.1998’de yayımlanan 2. baskıda yönetim yönergeleri de yayımlandı. Sonrasında 2000’de 3.baskısı yayınlanan COBOL 2003’te online sürümü kullanabilme fırsatını kullanıcılıra sundu.4.Baskı ise 2005 yılında yayınlandıktan sonra 2007’de 4.1 olarak güncellenmiştir.Son sürüm olan 5.0 ise 2012 yılında yayımlandı.

COBIT’i ITIL,ISO gibi diğer standartlardan ayıran temel özellik COBIT’in bunların evrensel kümesi işlevi görüp bunları kapsamasıdır.Ayrıca Cobit tek veya grup halinde BT süreçlerine değil BT’nin yönetilmesine odaklanır.Cobit diğerlerinin aksine süreç değil yönetim odaklıdır.Yönetimsel olarak süreçlerin nasıl uygulanması gerektiğine dair detaylı çözüm yöntemleri içerir. Bu şekilde şirketlerin neler yapacağına karar verir ancak nasıl yaptığıyla ilgilenmez.

COBIT’i alanında öne çıkaran özellikler ise küçük veya büyük çaplı tüm şirketlerin ihtiyaclarına cevap verebiliyor olması,diğer standartlar ile çalışıyor olabilmesi,içerisindeki süreçler sayesinde tüm süreçlerin yönetimi hakkında kullanıcıya süreçleri yönetme konusunda her adımda destek olmasıdır.

COBIT 4 temel sürec içerisinde değerlendirilir.

  • Planlama ve Organizasyon
  • Tedarik ve Uygulama
  • Teslimat ve Destek
  • İzleme ve Değerlendirme

1-)Planlama Ve Organizasyon:Tenımlama ve gereksinimlerin belirlendiği süreçlerin yönetildiği seviyedir.

Bu süreçte yapılması gereken işlemler aşağıda belirtilmiştir.

  1. Stratejik BT planının tanımlanması
  2. Bilgi mimarisinin tanımlanması
  3.  Teknolojik yönün belirlenmesi
  4. BT süreçlerinin organizasyonunun ve ilişkilerinin tanımlanması
  5. BT yatırımlarının yönetimi
  6. Yönetimin amaçlarının iletilmesi
  7. BT İnsan kaynakları yönetimi
  8. BT Kalite yönetimi
  9. BT riskinin değerlendirilmesi ve yönetimi
  10. Proje yönetimi

2-)Tedarik ve Uygulama:Planlama ve Organizasyon sürecinde belirtilen ve tanımlanan işlemler için gerekliliklerin tedarik edilmesi ve mevcut süreci bozmayacak şekilde uygulamaların yapılıp yönetildiği seviyedir.

  1. Çözümlerin belirlenmesi
  2. Uygulama yazılımının geliştirilmesi ve bakımı
  3. Teknoloji alt yapısının oluşturulması ve bakımı
  4. Operasyon ve kullanımın sağlanması
  5. BT kaynaklarının satın alınması
  6. Değişiklik yönetimi
  7. Çözümlerin ve değişikliklerin uygulanması ve akredite edilmesi

3-)Teslimat ve Destek:Gerçekleştirilen süreçlerden sonra elde edilen sonuçların teslimatı ve sonrasında güvenlik ve kullanıcıya kullanım hakkında destek sağlandığı seviyedir.

  1. Hizmet seviyelerinin tanımlanması ve yönetimi
  2. Üçüncü kişilerden alınan hizmetlerin yönetimi
  3. Performans ve kapasite yönetimi
  4. Hizmet sürekliliğinin sağlanması
  5. Sistem güvenliğinin sağlanması
  6. Maliyetlerin belirlenmesi ve dağıtılması
  7. Kullanıcıların eğitimi
  8. Hizmet sunumu yönetimi ve olay yönetimi
  9. Konfigürasyon yönetimi
  10. Problem yönetimi
  11. Veri yönetimi
  12. Fiziksel çevre yönetimi
  13. Operasyon yönetimi

4-)İzleme ve Değerlendirme : Sürec sonucunda başlangıçta belirlenen ihtiyaclara cevap bulunup bulunmadığı ve ortaya çıkan sonuca göre şirket stratejilerinin belirlendiği süreçtir.Süreç yönetimi değerlendirmeleri de bu aşamada yapılır.

  1. Bilgi sistemleri performansının izlenmesi ve değerlendirilmesi
  2. İç kontrolün izlenmesi ve değerlendirilmesi
  3. Mevzuata uyumun sağlanması
  4. Bilgi sistemlerine ilişkin kurumsal yönetişimin temini

Asp.Net projesine Yazı Editorü ekleme

Geliştirdiğiniz projelerde eğer yazı girmeniz gerekiyorsa projenize bir editor eklemeniz gerekir.Editor sayesinde yazı tipinden yazı boyutuna kadar bir çok ayarlamalar yapabilirsiniz.Aratmanız halinde birbirinden farklı tasarımlarda editorleri bulabilirsiniz.Bu projede CK editorü kullanacağız.CK editoru sitesinden CKEditor for Asp.Net kısmından indirebilirsiniz.

İlk olarak indirdiğiniz dosyadaki CKEditor.NET.dll belgesini proje dosyamıza referans olarak ekliyoruz.Daha sonra editoru projemizde kullanabilmemiz için projemizdeki Web.config dosyamızın içine gerekli kodları yazıyoruz.

[php] <system.web>

<pages> <controls>

<add tagPrefix="Editor" assembly="CKEditor.NET" namespace="CKEditor.NET"/>

</controls>

</pages>

</system.web>

[/php]

İndirdiğimiz klasörün içerisindeki _Sample klasörünü içindeki ckeditor ile birlikte projemize dahil ediyoruz.Daha sonra projemizde editoru kullanacağımız kısma

[php]<Editor:CKEditorControl runat="server"></Editor:CKEditorControl>[/php]

kod parçasığını yazarak editoru sayfamıza eklemiş oluruz.

Beyoğlu Rapsodisi

Beyoğlu Rapsodisi kitabında aynı liseye kayıt olmalarıyla hayatları kesişen üç farklı karakterin,üç dostun Kenan,Selim ve Nihat’ın hikayesi (özellikle de kitabın yarısından sonraki kısımda) Ahmet Ümit’in yalın ve akıcı üslubuyla bir polisiye roman tadında anlatılıyor.Ancak bu kitaba sadece bu üç dostun hikayesi demek haksızlık olacaktır.Biraz da beyoğlu’nun hikayesini okuyorsunuz bu kitapta.Çoğu kez gittiğimiz Beyoğlu’nun da hikayesini okuyoruz bu kitapla.

Bu üç arkadaştan Kenan,bir sigortacının zeki,kafasına eseni yapan,yakışıklı oğludur.Selim,yine zengin bir ailenin arkadaşlarına göre daha olgun davranışlar sergileyen,zeki,çalışkan,mantıklı oğludur.Nihat ise fakir bir ailenin zeki sayılamayacak,arkadaşlarının takipçisi,iyi yürekli ama şanssız bir oğludur.Galatasaray Lisesi’ne kayıt olmalarıyla tanışan bu üç arkadaş lise yıllarından beri sıkı dost olurlar.Daha sonra mezun olduklarında Kenan hukuk eğitimi almasına rağmen babasının sigorta şirketinin başına geçerken Selim Azya mimari eğitiminden sonra Kenan gibi babasının yaptığı işe başlayıp AZYA isimli bir mağazayı yönetir.Nihat ise çeşitli işlerden sonra son durak olarak kendisine bir sahaf dukkanı açar.Fakir olduğu için de her zamanki gibi Kenan ve Selim’den maddi destek alarak Beyoğlu’nda dukkanı açar.

Grubun en çılgını,kafasına eseni yapmayı isteyen ve bunda başarılı olan Kenan son çılgınlık olarak merak sardığı pilot eğitimlerinde kaza geçiripte ölümden dönünce ölümsüzlük üzerine düşünmeye başlar.Fotoğrafçılıkla da ilgilenen hatta öncesinde bir kaç sergi açan Kenan sohbet sırasında ölümsüzlükten bahsedince,sanatçıların ölümsüzlüklerinden bahsetmeye başlarlar ve Kenan bir sanatçı olarak sergilerinin ilgi görmemesinden dolayı serzenişte bulunur.Bu sırada Nihat ilginç bir fikir olarak eğer cinayet mahallerinin fotoğrafını çekerse bunun ilgi çekebileceğini ve bir sanatçı olarak anılıp ölümsüzleşebileceğini söyler.Kenan başta bu fikre şüpheyle yaklaşsa da sonra ilgisini çeker;Selim’in tüm muhalefetine rağmen bu fikri kabul eder ve hemen ertesi gün hazırlıklara başlar.Arkadaşı olan emniyet müdürüyle konuşup çatıyı tamir etmesi karşılığı cinayet mahallerinin fotoğraflarını alır.Sanat yönetmeni olarakta Nihat’ın karısının arkadaşı olan Katya ile anlaşınca çekimlere başlarlar.Katya’nın Nihat’a başta bunun yanlış fikir olduğunu söylemesine rağmen Nihat’a boyun eğip işi kabul ettiğini gören Selim’de olayların dışında kalmamak için arkadaşlarına yardımcı olmaya karar verir.Çekimler güzel bir şekilde devam etmektedir.Bir gün Kenan çektiği iki fotoğrafta da benzer bir şeklin olduğunu farkedince cinayetlerin aynı kişi ya da kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğinden şüphelenir ve bu olayı soruşturmaya başlar.İşte kitabın polisiye tadındaki anlatımı bundan sonra başlamaktadır.Kenan avukat ünvanına sahip olmasının da getirdiği avantajlar sayesinde bir çok kişiyle konuşur.Oyle ki soruşturma Fransa’daki bir yazara kadar uzanır.Bu kısmı çok ta detaylandırıp kitabı okuyacaklara haksızlık etmek istemiyorum 🙂

Yeni yeni polisiye romanları okumaya başlayan birisi olarak bu kitaptan keyif aldığım;özellikle kitabın sonlarında katilin kim olduğunu anlatan kısım şaşırtıcıydı.Bu yuzden çok hoşuma gitti.Anlaşılan Ahmet Ümit’in diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumam gerekecek.

“… İnancımız yoksa,düş kuramıyorsak,yaşam büyüsünü yitirmiş demektir. …”

“… Önemli bir karar vereceğin zaman mutlaka onun üzerine düşün.En az bir gece geçtikten sonra kararını ver. …”

“… Bir tartışma olsa bile,sevdiklerimin sesini duymak güzeldi. …”

“… Bir ağacın bedenini kesip,sonra köküne hadi çiçek aç demek gibi bir şeydi bu. …”

Kürk Mantolu Madonna

Kürk Mantolu Madonna, üzerinden 70 yıl geçmiş olmasına rağmen özellikle son dönemlerin en çok satan kitapları listesinde başlarda yer alan bir kitap.Bu merakla kitabı okumaya başladığımda ilk sayfadaki insanlara ait öne sürülen tespitler güzel bir kitabın ayak sesleri gibiydi.Sabahattin Ali kitabında önyargı ile hükmetmenin yanlışlıklarını ve en basit insanın bile hayatında basitliğine sebep bir karmaşıklık olabileceğini anlatıyor.(Bu arada Sabahattin Ali’nin kendi hayat hikayesi de okunulasıdır.)

Hikaye Rasim Bey’in dilinden Raif Bey’i anlatmasıyla başlıyor.İş aramakta olan Rasim Bey bir arkadaşı vesilesiyle iş bulur.Yeni başladığı bu işte Raif Bey’le tanışan Rasim Bey Raif Bey’le arkadaş olmayı ister.Sessiz sakin bir tavrı olan yeni arkadaşının bu sessizliğinin sebebini merak eder.İş çıkışında beraber yürüyen iki arkadaş birbirlerini yakından tanımaya başlarlar.Bu sırada Raif Bey hasta olur ve işe gidemez.Rasim Bey Raif Bey’i hergün iş çıkışı evinde ziyaret eder.Hastalığı ilerleyen Raif Bey Rasim Bey’den çalışma masasında kendisi için önemli olan bir defteri getirmesini ister.Ertesi gün defteri getiren Rasim Bey Raif Bey’in bu defteri yakmak istemesinden de kuşku duyarak defteri okumak için izin ister.Başta istemese de sonrasında Raif bey defterin o gece Rasim Bey’de kalmasına izin verir.Büyük bir heyecanla eve varır varmaz defterin kapağını açan Rasim Bey defterde Raif bey’in yaşam hikayesini anlattığını anlar.Bundan sonra kitap Raif Beyin dilinden anlatılarak devam eder.

Asıl hikaye Raif Bey’in babasının isteğiyle Almanya’ya gitmesi ve burada Maria Puderla tanışmasıyla başlıyor.Almanya’da işsiz güçsüz vakit geçiren Raif Bey bir gün bir resim galerisine denk gelir.İstekli olmasa da bir an içeriye girip resimleri inceler.Burada gördüğü bir resim çok hoşuna gider.Kürk Mantolu Madonna dediği bu resme hayranlık duyar ve uzun süre sadece bu resme bakar.Daha sonra ki günler de bu şekilde diğer resimlerde göz gezdridikten sonra bu resmin önüne geçip uzun süre resmi seyreder.Bir gün resmin ressamı gelip te resimle ilgili kendisiyle konuşunca sonrasında o galeriye gitmez.Bir akşam üzeri resimde gördüğü kadını sokakta giderken görünce çok şaşırır ve sonraki gün aynı yerde kadını bekler.Kürk mantolu Madonnanın geldiğini görünce saklanıp onu takibe başlar.Girdiği kulube girerek kadının orada çalıştığını öğrenir.Daha sonra kadının yanına gelmesiyle Maria ile tanışır ve o günden itibaren arkadaş olmaya başlarlar.
İki arkadaş gün be gün birbirleriyle daha fazla vakit geçirirler.Raif Bey Maria’ya aşık olmasına rağmen Maria sürekli arkadaş kalmaları gerektiğini söyler ta ki Maria geçirdiği hastalıktan sonra kendisinin de Raif Bey’i sevdiğini soyleyene kadar.Sonrasında mutlu günler geçiren iki aşık Raif Bey’in memleketten aldığı mektupla sarsılırlar.Raif bey’in eniştesinin gonderdiği mektupta Raif Bey’in babasının öldüğü ve hemen memlekete dönmesi gerektiği yazılmıştır.Memleketine dondukten sonra Maria ile sık sık mektuplaşan Raif Bey işleri yoluna koyup Maria’yı Türkiye’ye çağırmanın planlarını yapmaktadır.Ancak bir süre sonra Maria’dan gelen mektuplar azalmakta ve sonrasında yazdığı mektuplara da cevap alamaz.Nedeni ni de bir türlü öğrenemez ta ki defteri yazdığı günden bir gün önce almanya’dan Maria’nın bir akrabasını Ankara’da görene kadar.Asıl şaşırtıcı olaylar burada anlatılmakta o bolum de okuyacaklara sürpriz olsun 🙂

“Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçebiliyoruz ? ”
“İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor.Ben de yaşayacağım… Ama nasıl yaşayacağım!.. ”
“Kendime en yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok korkuyordum.”O bile boyle yaptıktan sonra!… ” diyordum. ”
” Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık,adeta bütün insanlara dağılmıştı;çünkü o bütün insanlığın timsaliydi.”

1 2 3 6